Arif Nat Riley |
|
Sait Faik öykülerinin İngilizceye çevrilmesi görünüşte kolay olabilir. Çünkü sade üslubuyla, akıcı diyaloguyla, evrensel imgeleriyle ve ani geçişleriyle çevirmeni tembelliğe teşvik edebilir. Bu engellere rağmen sadece bir kere değil, hem 1983 hem de 2004’te uluslararası takımlar oluşturarak bu işi meşhur titizliğiyle başaran Talât Sait Halman, Sait Faik’i dünya edebiyatına kazandırdığı için, hakikaten şâyân-ı senâ’dır. İçerdiği öykü ve şiirlerden öte okura Türkçe imlâyla telâffuz; yer adları; “ağabey”, “dolmuş” ve”simit” gibi kavramlar; öykülerin kuramsal boyutları ve Sait Faik’in soyadı ve yaşam kronolojisi hakkında değerli bilgiler sunan bu ikinci seçkinin, modern Türk edebiyatının etkili bir elçisi olacağı muhtemeldir. Öncelikle, bu yapıt hiç”çeviri” kokmamaktadır. Kokusu olsa olsa uykulu ada, taze balık ve otantik insandan ibaret. Bıraktığı başlıca izlenim, organik bir parçası olarak ebediyen karşısında oturduğu bu tanıdık manzaraya karşılık, cin gibi bir muhayyilenin taviz vermez ustalığıdır. Çeviri kokmadığı gibi bu kitap pek de egzotik sayılamaz. Oryantalist fantezilere susamış Amerikalı bir okur bu kitabı, arka kapakta”Middle East Literature in Translation” yazıyor diye eline aldığı zaman, ülkesinde yaygın olan Yunan dönercilerine atfetmeye çoktan alıştığı kadim Yunan kültürüyle karşılaştığını sanacaktır: Alkibiyades (112), Büyük İskender (62), Odisiya (174), Sokrates (112), “Midilli’de, Rodos’ta, İskenderiye’de” (163). Bu göndermelere Honoré de Balzac (65), Alphonse Daudet (165), Alexandre Dumas (165), Victor Hugo (163), Gulliver (39), Quasimodo (46), Robinson Crusoe (173), Bach (47), Beethoven (49), Çaykovski (49), Mozart (49), Spätzle (127), cas fortuit (83) ve paskalya (83) eklenince de okur, kitabın Avrupa Birliği adaylık propagandası olmasından bile şüphelenmeye başlayabilir. Çerkes, Ermeni, Gürcü, Kürt, Rum ve Türk’ün geçtiği bu seçkide bir yandan Dimitro adlı bir karakterden şöyle söz ediliyor: “Kapıyı açmamak; tekrar Venizelos’un beyanatına dönmek istedi. Sonra kapıyı vuranın yeni dost oldukları bir Türk olduğunu düşündü. Venizelos’un ‘İki kardeş millet’ ismindeki makalesinden gelen bir sempati ile gidip kapıyı açtı” (144). Diğer yandan, Şark meftunlarıyla dalga geçercesine, anlatıcı hayal ettiği Hindistan’ı şöyle tasvir eder: “Yıldızlı Hint geceleri, Ganj nehri, timsahlar, mâbetler, filler, büyük gözlü, büyük memeli, şehvetli kadınlar, paryalar, bin dinin binbir ilâhisi, yılan ıslığı, zehir, mücevher, inci, gözünü açmış milyonla okumuş adam, ipekler, Lâhur şal, Hattıüstüva ormanı” (45). Okuru böyle yüzeysel bir yorumdan kurtaran, Süha Oğuzertem’in etraflı giriş yazısıdır. Tek bir Sait Faik öykü kalıbı olmadığını; öykülerin bir samimiyet arayışı içinde türler arası bir evrim geçirerek birinci şahıs anlatıcı ve mektup formatına ağırlık verdiğini; Käte Hamburger ve Wayne C. Booth gibi kuramcılardan yararlanarak Sait Faik’ın düzyazısının aynı zamanda lirizm, didaktizm, romantizm ve natüralizm içerebildiğini; Sait Faik’le John Steinbeck arasında önemli benzerlikler olduğunu ve”Stelyanos Hrisopulos Gemisi” başlıklı öykünün Yücel dergisi tarafından yeterince milliyetçi bulunmaması üzerine 1936’da Varlık’ta yer alışının, Sait Faik’ın yaşadığı döneme göre geniş hümanizminin ne kadar radikal olduğunu kapsamına alan bu giriş yazısı, seçkideki öykülere dünya edebiyatı çerçevesinde sağlam bir yer ayırmaktadır. Sonuç olarak, Sait Faik’ın kendine özgü ruhunu isabet ve hassasiyetle yansıtması sayesinde Sleeping in the Forest’ın, İngilizcede yeni oluşan Türk edebiyatı kanonunun vazgeçilmez bir parçası olacağı umulmaktadır. Kaynak Sait Faik (Abasıyanık). Sleeping in the Forest (Ormanda Uyku). Ed. Talat S. Halman ve Jayne L. Warner. Çev. Halman ve diğer. Middle East Literature in Translation dizisi. Syracuse: Syracuse University Press, 2004. |
natriley@bilkent.edu.tr |