KİTAP
Hem Şair Hem Patron: Fatih
Divanı ve Şerhi’ne Dair
Emrah Pelvanoğlu |
Sayı
16: Güz 2004 |
Osmanlı kültür
tarihinin en önemli yapı
taşlarından biri olan şiir, “sâhib-i mülk” padişahlar
ve yüksek sınıf tarafından korunmuş ve
desteklenmiştir. II. Murad’dan itibaren kimi
padişahlar ve hanedan mensupları şiir ile bizzat
uğraşmış, bazıları da birer divan tertip edecek yekûnda şiir
söylemişlerdir. Bu bağlamda, Osmanlı devletinin en
ileri İslâm
devleti olma iddiası taşımaya
başladığı Sultan II. Mehmed döneminin kültürel etkinlikleri ayrı bir önem
taşımaktadır. Bu etkinliklerin
hamisi olan Fatih Sultan Mehmed’in “Avnî” mahlası
ile yazdığı ve bir kısmı bugüne ulaşabilen
şiirleri, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
öğretim üyelerinden Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan tarafından yeniden tertip edilerek, Fatih
Divanı ve Şerhi adıyla Eminönü Belediyesi tarafından İstanbul’un fethinin 551. yıldönümü vesilesiyle 2004 yılında yayımlandı. Özenli tasarımı,
kuşe kâğıda büyük
boy baskısıyla dikkat çeken Fatih Divanı ve Şerhi, Prof. Doğan’ın
kitabın önsözünde
yazdığı üzere, kültür tarihimizin önemli
simalarından Ali Emirî Efendi tarafından bulunan ve Fatih Millet Kütüphanesi 305 numarada kayıtlı olan yazma esas alınarak hazırlanmış.
Prof. Doğan, yazmanın renkli bir tıpkı basımını
kitabın sonuna koymakla kalmamış, devrin nazire
mecmualarını da tarayarak yazma nüshada bulunmayan bazı şiirlere de ulaşmış ve bunları
yayımına dâhil
etmiştir. Doğan, Topkapı Sarayı
Müzesi Bağdat Köşkü
Kitaplığı 406 numarada kayıtlı
Pervane Bey Mecmuası’nda bulunan iki dörtlüğün de Fatih Divanı ve Şerhi’ne alındığını önsözde dile getirmektedir.
Fatih’in şiirleri üzerine
yapılan daha önceki çalışmaları
değerlendiren Prof. Muhammed Nur Doğan, bu yayını
hazırlama nedenlerini şöyle ifade etmektedir: “Tarihimizin
ve edebiyatımızın en büyük dehalarından biri olan Fatih Sultan Mehmed’in
divanı ile ilgili bu neşir ve çeviri çabalarının
taşıdığı eksiklikleri göz önünde bulundurarak, biz de büyük
sultanın, devrinin fikrî, edebî ve siyasî anlayışını ve kendini en iyi yansıtan eserini
yeniden yayınlamayı ve şiirlerini şerh etmeyi düşündük” (10).
Avnî’nin bu
sonradan tertip edilmiş
divanındaki 71 tamamlanmış gazel ve diğer şiirler,
Prof. Doğan’ın belirttiği gibi, “teşbih, teşhis,
mecaz, kapalı ve açık istiare, telmih, hüsn-i ta’lil, iham (tevriye) gibi sanat ve
ifade üslûpları açısından
da şaşırtıcı bir zenginlik taşımaktadır” (12).
Bu bağlamda Fatih, klâsik bir şairin
ustalık yolunda oynaması gereken farklı “roller”i
şiirlerinde oynamış, devrin şairler sultanı ve aynı
zamanda Fatih’in vezirlerinden olan Ahmed Paşa’dan
geri kalmayacak hünerde
şiirler söylemiştir: “Bu
kelâm ile Nizâmî
işidürse sözüni / İlteler
sana hased Sa’di vü
Selmân bu gice” (223). Prof. Doğan bu beyti şöyle şerhetmektedir:
“(Ey Avnî! Senin)
bu söyleyiş inceliği ile
yazılmış güzel şiirlerini Nizâmî işitecek
olursa, Sadî ve
Selmân (hemen) bu gece sana haset ve kıskançlıklarını iletirler” (225).
Avnî’nin şiirlerinde
“fatih” sultanın hükümdar edası ile
de sıkça karşılaşırız. Özellikle Karaman Beyi için yazdığı şu beyit doğrudan onun hükümdar söylemini taşır: “Bizümle saltanat lafın
idermiş ol Karamanî
/ Hudâ fursat virürse ger kara yire karam anı” (250). Kitapta bu beyit şöyle şerhedilmektedir:
“O Karaman Beyi bizimle saltanat davasının sözünü edip duruyormuş... Eğer Allah fırsat verirse, (pek yakında
varıp) onu kara toprağa karacağım” (251). Bazı
şiirlerde dikkat çeken
bir nokta ise Galata’nın,
İstanbul’un karşısında “öteki”nin bir mekânı olarak anılması ve sevgilinin de
Hıristiyanlık simgeleri içeren mazmunlarla beraber orada bulunan
(ve bazen kiliseye mensup) bir Frenk güzeli olarak
tasvir edilmesidir. Klâsik üslûp ve mazmunlarla yazılan diğer şiirlerden farklı olarak bu
şiirler, özgün
bir şairin kültür dünyasını
ve dünya görüşünü
yansıtmaktadır: “Bağlamaz
Firdevse gönlüni
Kalatayı gören / Servi anmaz anda ol serv-i
dil-ârâyı gören” (202). Bu beyitse Prof. Doğan tarafından şöyle şerhedilmektedir:
“(İçinde dolaşan huri gibi güzellerle) Galata’yı
tanıyan kişi, Firdevs cennetine gönül bağlamaz...
Hele orada o gönül
süsleyen servi (boylu sevgili)yi gören insan, artık bir daha (cennette biten) servi ağacının
adını bile anmaz” (203).
Prof. Doğan,
yaptığı şerhlerde, Fatih’in şiirlerinin “tasavvufî remizler” aracılığıyla
okunması gerektiğini söylemektedir. Ancak şairin
bu remizleri, özellikle
de bazı şiirlerinde Galata ve
Hıristiyanlık simgeleriyle kullanmasının yeni
fethedilmiş şehrin yoğun Hıristiyan varlığından da
kaynaklandığı açıktır. Bu bağlamda, halktan ve yaşamdan
kopuk olarak nitelenen Osmanlı şiirinin, aslında
(Fatih’in şiirlerinde de olduğu gibi) klâsikleşmiş
gelenekten yararlandığı kadar toplumsal yaşantıdan
da beslendiği, vurgulanması gereken bir noktadır. Bu
duruma başka bir örnek
olarak Fatih’in Hâfız-ı
Şirazî’nin çok
ünlü bir beytine nazire yaparak yine Farsça yazdığı şu beyit gösterilebilir: “Eger ân gebr-i efrencî be-dest
âred dil-i mâ-râ / Be-hâl-i Hindûyeş bahşem Sitanbûl u Kalâtâ-râ” (250). Beytin Prof. Doğan tarafından yapılan Türkçe çevirisi şöyledir: “Eğer o
Frenk kâfiri
(sevgili) gönlümüzün muradını
verirse, onun Hint’li (gibi kapkara) benine İstanbul
ile Galatayı bağışlarım” (251).
Prof. Doğan’ın bu
önemli çalışması, bilinegelenin tersine, iyi bir şair
olan Fatih Sultan Mehmed’in şiirlerini, olması
gerektiği gibi, gayet özenli bir baskıyla
okurun ilgisine sunmuştur. Klâsiklerimiz olarak değer verdiğimiz diğer şairlerin söz hazineleri olan divanları da, bu çalışmada olduğu gibi, okuma ve dizgi
hatalarından arınmış olarak yeniden
yayımlanmalıdır. |