İrfan Karakoç |
|
İltifat et sühan erbabına kim anlardır Sanat ve siyasetin, başka bir deyişle sanat ve iktidarın ilişkisi her zaman tartışılmış, fakat ülkemizde bu konuda yeterli sayıda nitelikli araştırma yapılmamıştır. Divan şairlerinin saray ve yöneticilerle ilişkisi de genellikle nesnel olmayan, ideolojik ağırlıklı bağlamlarda tartışılmış, fakat sağlıklı bir bilimsel araştırmaya dayalı özgün bir çalışma ortaya konulamamıştı. Büyük Osmanlı tarihçisi ve bilim adamı Prof. Dr. Halil İnalcık tarafından yazılan ve “Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir İnceleme” alt başlığını taşıyan Şâir ve Patron, sanat ve iktidar ilişkisini irdeleyen çok önemli bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Patrimonyal Devlet Yapısı ve Patronaj Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sanat ve iktidar ilişkisini Max Weber’in “patrimonyal devlet yapısı” tanımlamasından yola çıkarak inceleyen Halil İnalcık’ın çalışması şu bölümlere ayrılmış: Patrimonyal Devlet ve Sanat; Osmanlı Saray Kültürünün Gelişmesi ve Osmanlı Divan Şu’arâsı; Patron ve Klasik Şiirde Sanat Anlayışı; Şu’arâ Tezkirelerinde Şâir ve Patron; Fuzûlî ve Patronaj; İn’âm Defterlerinde H. 909-917 Yıllarında Bağış Alan Şâirlerin Menşei ve Mesleği. İnalcık, patrimonyal bir yapıya sahip toplumlarda bilim adamı ve sanatçının üretimini “mutlak egemen bir hükümdar”ın belirlediğini şu sözlerle vurguluyor: “Genelde, bilim adamı ve sanatçı, belli bir toplumda egemen sosyal ilişkiler ve belli bir kültür çerçevesinde sanatını ifade eder. Osmanlı toplumu gibi patrimonyal türde bir toplumda, başka deyimle, sosyal onur, statü ve mertebelerin mutlak egemen bir hükümdar tarafından belirlendiği bir toplumda bu gerçek daha da belirgindir” (9). İnalcık şöyle sürdürüyor: “Matbaanın geniş kitlelere okuma imkânı verdiği, böylece edebî ve ilmî eserlerin, yazarına geçimi için yeterince gelir kaynağı sağladığı dönem gelinceye kadar, bilgin ve sanatkâr, hükümdarın ve seçkin sınıfın desteğine muhtaç idi. ‘Sâhib-i Mülk’ hükümdar; bilgin ve sanatkârın en önde gelen veli-nimeti, hâmîsi idi” (9). Halil İnalcık, doksan sayfalık kitapçıkta, divan şiiri ve Osmanlı tarihi alanında yazılmış 94 kaynağı yetkinlikle kullanıyor. Öne sürülen düşünceler, divan şiirinin önemli biyografi ve eleştiri kaynaklarından olan tezkireler ile şair-patron ilişkisinin önemli kayıtlarını içeren in’am defterleri kullanılarak kanıtlanıyor. Kitapta “ ‘Kültür Patronajı’[nın] Ortaçağ İran’ı ve Orta Asya’da çok gerilere giden bir gelenek” (10) olduğunu belirten yazar, A. E. Bodrogligeti ve M. E. Subtelny gibi Orta Asya tarihi uzmanlarının çalışmalarını örnek göstererek Timurlular devrindeki sanat çevresiyle, Osmanlı sanat çevresi arasındaki yakınlığa dikkat çekiyor. Kuşkusuz burada önemli bir konu da şair ve yazarın “patronluğu”nu (hâmîliğini) üstlenen yöneticilerin şiir bilgileri ve zevkleri. Dönemin şiir sanatına yön veren bu kişiler, güzel şiiri, “tasannulu söyleyişi” fark edebilen, kendileri de şiir yazan yöneticilerdi. İnalcık, “Her biri şehzâdeliğinde seçkin hocalardan ‘fenn-i şi’r’de yetişen, şiirleri müretteb bir divan dolduran Osmanlı padişahları, gerçekten, iyi şiiri heyecanla takdir edebilen yetenekli patronlardı” (24) diyerek bu yöneticilerin sadece şiir meclislerinde dinleyerek değil, elden ele dolaşan şiirleri okuyup sahiplerine yardım ederek ve hediyeler vererek onları koruduğunu belirtiyor. Patronajın diğer bir yönü de, mülk ve iktidarını siyasî başarılarıyla koruyan ve güçlendiren hükümdarın, bu başarısını, devrin önemli bilim adamı ve sanatçılarının hâmîliğini üstlenerek kültür dünyasında da hissettirme isteğidir. Yani “Hanedanlar arasında rekabet ve üstünlük yarışı, yalnız muhteşem saraylar, hadem ve haşemde değil; ilim ve sanatın hâmiliğinde de kendini gösterirdi” (10). Patrimonyal devlet sisteminde hükümdarın ve diğer yöneticilerin başarılı sanatçılar ve ortaya koydukları eserler üzerindeki bu “koruyucu” tavrı, bazı çekişmeleri de beraberinde getiriyordu. İnalcık, hükümdarın tasarrufunda bulunan “nimet” ve “mertebe”lere ulaşmak için verilen kavganın Osmanlı vekâyinâmeleri ve şu’arâ tezkirelerinde açıkça görüldüğünü söyler: “Patrimonyal devlette her türlü nimet ve mertebe, yalnız ve yalnız hükümdardan kaynaklandığı için, buna erişmek isteyen nâmzetler arasında kıyasıya bir rekabet, hased, entrika ve yaltakçılık egemendi ve toplumun ahlâkını yahut ahlâksızlığını oluştururdu. Osmanlı Vekâyinâmeleri ve Şu‘arâ Tezkireleri bu acımasız rekabet ve çekişmelerin hikâyeleriyle doludur. Fuzûlî, büyüklerin yanına varamamanın tesellisini, ‘hased ehli’nden uzak kalmakta bulur” (16-17). Osmanlı klâsik şiirini besleyen patronaj sisteminde, hâmî ile koruması altındaki şâir arasındaki bu ilişki, bir başka soruyu akla getirmektedir. Yönetici, sanatçıya hangi durumlarda nasıl bir “inayet”te bulunuyor? Patron, koruyuculuğun gitgide sistemli ve yerleşik hâle gelmesini sağlayacak bir ölçüte göre hareket ediyor mu? İnalcık, kitabın ikinci bölümünün “Kasîde Sunma ve İşret Meclisleri” başlığının altında bu soruların da cevabını veriyor: “Bir eser veya kasîde sunan yazar sahibine, patronun inâyeti türlü biçimlerde kendini gösterir. Sultan mesleğine göre, münşî ise kâtipliğe, ulemadan ise müderrislik, kadılık gibi bir ilmiyye mansıbına veya vakıf hizmetine tayin eder; asker ise timar, zeâmet veya hâssına terakki verir. Kaside sunan şâirlere câ’ize, çoğu zaman gümüş akça (nadiren altın sikke) olarak ve/veya yünlü veya ipekli hil’at verilirdi. Divan dilinde ulema ve şâirlere yapılan para bağışına, in’âm, câ’ize, hil’ata câme denir. Genelde câ’ize, 1000 ilâ 3000 akça (20-60 altın) arasında değişirdi” (28). Şâir ve Patron’un ilk üç bölümünde öne sürülen düşünceler, çalışmanın sonraki bölümlerinde somutlaştırılıyor. “Şu’arâ Tezkirelerinde Şâir ve Patron” adını taşıyan dördüncü bölümde İnalcık, “[p]atronaj ve seçkin sınıfın sanat anlayışı üzerinde en esaslı kayn[ak]” (41) olarak nitelendirdiği şu’arâ tezkirelerini inceliyor. Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi, Kınalızâde Hasan Çelebi gibi önemli tezkirecilerin çalışmalarından “ilginç ayrıntılar” veriliyor. Beşinci bölümde ise, divan şiirinin en önemli şâirlerinden biri olup patronaj mekanizmasından arzu ettiği şekilde yararlanamayan Fuzûlî mercek altına alınıyor. Padişahların şâirlere verdikleri hediye ve paraların gösterildiği iydâne (bayramlık) listeleri ve in’âm defterlerinden örneklerin olduğu son bölüm, konu hakkında önemli deliller getiriyor. Bu liste ve defterler para ya da hediye verilen şairlerin mesleklerini, bu hediyeleri aldıkları yılları gösteriyor. Örneğin, Zâtî’nin 28 Temmuz 1510’da padişaha sunduğu bir kaside için 2000 akçe câize aldığını bu listelerden öğrenebiliyoruz (74). Şair ve Patron'un Yankıları Halil İnalcık’ın kitabı, Osmanlı şâirlerinin eserlerini hangi bağlamda, ne umarak yazdıkları, Bâkî’nin şeyhülislâmlığı ve Fûzûlî’nin Şiîliği gibi birçok konuda önemli tartışmalara yol açtı. Milliyet ve Zaman gazetelerinde, E, Türk Edebiyatı ve Virgül dergilerinde yer alan bu tartışmalar, kitabın tanıtımına da katkıda bulundu. Şâir ve Patron, bu yılın ilk altı ayı içinde en çok satan kitaplar arasına girdi. Saptayabildiğim kadarıyla, İnalcık’ın kitabı hakkında Hilmi Yavuz beş, Mehmet Tekin iki, Kemal Kahramanoğlu, İlber Ortaylı ve İskender Pala birer yazı yazdılar. Orhan Bilgin, Muhammet Nur Doğan ve Atillâ Şentürk ise 4 Haziran 2003 tarihli Zaman gazetesinde yayımlanan “Divan Şairleri Para Kazanmak İçin mi Şiir Yazıyordu?” başlıklı haberde bu konudaki görüşlerini belirttiler. Halil İnalcık ise 14 Haziran 2003 tarihli Zaman gazetesinde, kitabı hakkındaki bazı yorumları değerlendirdi ve söylediklerinin başka şekillere sokularak eleştirilmesiyle daha önce de karşılaştığını belirterek sözlerini hoş bir beyitle bitirdi: Biz bekler iken bir nice takrîz üdebâdan Halil İnalcık’ın Şâir ve Patron adlı küçük, ama ortaya koyduğu tez ve kanıtlar aşısından kapsamlı çalışması, divan şiirinin önemli bir sosyolojik boyutunu aydınlatıyor. Kitabın yenilenmiş basımında, eleştirilerde dile gelen bazı eksikliklerin giderilmesi, bu arada, bütün Farsça beyitlerin Türkçe karşılıklarının verilmesi yerinde olacaktır. Kaynaklar İnalcık, Halil. Şâir ve Patron. Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2003. |
irfank@bilkent.edu.tr |