Nilay Özer |
|
Geçtiğimiz günlerde yüksek lisans derecesiyle bölümümüzden mezun olan arkadaşımız Refika Altıkulaç’ın Kafes adlı şiir kitabı Kum Yayınları’ndan çıktı (Ankara, 2003). “Toplumcu gerçekçi” sayılabilecek bir söylemin egemen olduğu kitabın ilk bölümü, şairin annesine adadığı, ikinci bölümü ise, “sorumluluk almayı öğreneceğimiz günler için” beklentisi ile yetiştirme yurdu çocuklarına adadığı şiirlerden oluşuyor. Koruyucu, kapsayıcı bir kadınlık durumu olan annelikle, bir anneden yoksun yaşanan çocukluk durumlarının Kafes’te ana başlıklar olarak öne çıkması, kitaba bir yandan biçim-içerik uygunluğunu, diğer yandan estetik bütünlüğü kazandırıyor. Anneye adanan bölümde, şairi hem hayatı kavramaya çalışan bir çocuk, hem de yer ve gök arasında olup bitenlerin acısını çeken, durağanı ve değişmekte olanı kapsamaya çalışan bir anne olarak algılamak mümkün. Yetiştirme yurdu çocuklarına adanan bölümde ise tüm çocukları kardeş sayan, kendi ailesini onlarla paylaşan toplumsal bir bilincin sözcüsü oluyor şair. Bu sözcülüğün söylemini yalın bir anlatımda, imgeden çok benzetme ve betimlemelerde buluyor. Halkın kültürel değerleriyle doğrudan bağlantı kuracak sözcükleri yeğliyor; şiirlerde geçen “pazen pijamalar”, “basma fistanlar”, “bayırları gezinen kaval sesleri” gibi ifadeler, içinde yaşanan zamanın getirdiği korkulara karşı inadına yaşamayı öneriyor. Kafes’teki şiirlerin belki de en dikkat çekici yanı, fiillerin büyük oranda gereklilik kipiyle çekimlenmiş olması. Özellikle soru cümlesi şeklinde kurulan dizelerde gereklilik kipi, insanı kuşatan büyük dayatmayı, yani “kafes”in varlığını unutturmama görevini yükleniyor. Ancak şair, kafesi kırmak için yapması gerekenleri ifade ederken de yararlanıyor -meli, -malı eklerinin olanaklarından. “sen misin rüzgâr / sormalı mıyım sana”, “gitmeli miyim / suskun çıldırtacak kadar”, “günbatımını bekleyen kelebek / neye benzetmeliyim seni” şeklindeki dizelerin işlevi, “kırsın kafesini varlığım” dizesiyle birlikte okunduğunda daha da belirginleşiyor. Kafes’i insanlık tarihi boyunca kadın varlığının hapsedilişine bir karşı duruş olarak okumak yanlış olmaz. Şiir, bir görme biçimi olarak ele alındığında, şairin kendini, kadınları ve dünyayı nasıl gördüğüne yönelik güçlü verilere ulaşılabilir. Refika Altıkulaç’ın şiirleri, gerek betimlemelerden, gerekse “bakmak”, “görmek” sözcükleriyle kurulmuş dizelerden çıkarsanabileceği üzere, bir kadının hayata nasıl baktığını, orada kendini nasıl gördüğünü sorunsallaştırıyor. John Berger, Görme Biçimleri’nde, kadın olarak doğmanın, erkeklerin mülkiyetinde olan, özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak olduğunu söylüyor ve kadınların toplumsal kişiliklerinin böylesine sınırlı, koşullandırılmış bir yerde yaşayabilme ustalıklarından dolayı geliştiğini belirtiyor. Böylece kadının kişiliği gözleyen ve gözlenen olarak ikiye bölünüyor ki kadın daima gözetlemek zorunda olduğu kendi imgesiyle dolaşıyor. Bu gözetleme giderek bir iç denetime, “kafes”e dönüşüyor. Şair, “çoğalsın özge bakışım dünyaya / ellerim kanla kül arasında / ellerim kanla kül” diyerek kendi imgesine bakmaktan kurtulup dünyaya bakmak istiyor. |
ozern@bilkent.edu.tr |