Yaşar Kemal’in Fahrî Doktora Kabul Konuşması
Sayı 9: Bahar 2002
Sevgili Dostlar, 

Beni bu doktorayla onurlandıran Bilkent Üniversitesi’ne teşekkür ederim. Buraya kadar gelerek beni onurlandıran dostlarım da sağolsunlar. 

Biz romancılar, şairler, ressamlar Cumhuriyet çağının sanatçılarıyız. Önce kendi kültürümüze, dilimize dönmeyi öğrendik. Tercüme Bürosu’nun çevirdiği dünya klasikleriyle yetiştirildik. Halkevlerinin, Köy Enstitülerinin kuruluşları bize yardım etti. O Köy Enstitüleri ki, gelecekte insanlığımızı gerçek insanlığa kavuşturacak tek eğitim düzeniydi. Geleceğin eğitim düzeni üreterek, yaşayarak eğiten bir eğitim düzeni olacaktır.

Ülkemizde yazarları ve şairleri böylesine onurlandırmak alışılmış bir davranış değildir. Son elli altmış yıldır yöneticiler ve yönetimin yanında bulunan kurumların tutumları hep olumsuz olmuştur. Yazarlarımız, şairlerimiz bu yıllarda yok sayılmışlardır. Bu yıllarda ancak birkaç yazar okul kitaplarına alınmışlar, alınanlar da kısa zamanda oradan kovulmuşlardır. Bugünlerde Türkiye bir gelişmenin eşiğinde mi, diye düşünebilir miyiz, kuşkuluyum. Olup bitenler kuşkumu yok edemiyor, çoğaltıyor. Ama bugünlerde bana böyle bir doktoranın verilmesi, bir umut ışığı gibi geliyor bana ve beni sevindiriyor. Türkiye’de sanatçılar acı çekmeye, aşağılanmaya gelmişler gibi bir durum var. Ama Türkiye’nin halklarını bütün bunların dışında sayıyorum. Onlar, Karacaoğlan’ı, Dadaloğlu’nu, Pir Sultan Abdal’ı nasıl “Hak Aşıkları” saymış, onları ermiş mertebesine yükseltmişse bugünün sanatçılarına da öyle davranmıştır. Yöneticilerin görmezden geldikleri sanatçılarımız, tarihimizde ilk kez dış dünyaya açılmışlar, içlerinde ünlenenler de olmuştur. Bugün Türk romanı, şiiri, resmi artık dünyada var olan, yüzümüzü güldürecek duruma gelmiş sanatlarımızdır. Her şeye karşın Türkiye’nin sanatçıları soluk alacak olurlarsa dünya görkemli sanatçılarla karşılaşacaktır. Bu toprağın kültüründen gelen sanatçıların üstünden baskılar kaldırılınca, eskiden olduğu gibi, insanlık kültürüne katkıları olabilir. Bunu hiç gözden kaçırmamalıyız. Anadolu çokkültürlü bir toprak olduğundan dolayı dünya kültürüne kaynaklık etmiş coğrafyalardan biri olagelmiştir. Biz ise değil toprağımızdaki tüm kültürleri, nerdeyse Türk kültürünü bile yasaklamışızdır!

Şimdi gene eski, durmadan söylediğim, yazdığım düşüncelerime döneceğim. Bir gerçeği boyuna durmadan söylemekten vazgeçmeyeceğim. Ortada somut örnekler var, çokkültürlü Akdeniz. Dünyanın Akdeniz bölgesi, öbür bölgelerden daha fazla kültür çeşitliliğine sahip olmuştur. Dünyanın güneyinden kuzeyinden, doğusundan batısından gelen insanlar elbette kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. Bugünkü dünya uygarlığı Akdeniz’den doğmuş da niçin başka bir yerden doğmamıştır? Çünkü Akdeniz kadar çokkültürlü bir dünya parçası dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur diyebiliriz. Akdeniz’in ulaşım kolaylığı dolayısıyla kıyılardaki kültürler, kıyılara yakın kültürler birbirlerini tanıma olanağı bulmuşlardır. Bu konu üstünde birçok varsayım var. Bir tanesi de şu anlattıklarımdır.

Her zaman “Dünya bin bir çiçekli bir kültür bahçesidir”, dedim. Kültürler her zaman birbirlerini beslemişlerdir. Akdeniz de binlerce kültürün iç içe olduğu büyük bir bölgedir. Bu dünyada hiçbir yer böyle değildir. Emperyalizm birçok kültürü kurutmaya, onun yerine kendi kültürlerini aşılamaya çalışmıştır. Emperyalistler öldürülen kültürlerle biraz da kendi kültürlerinin öldüğünün farkına varmamışlardır. Dünya bin bir çiçekli kültür bahçesidir demiştim ya, her çiçek bir renk, bir kokudur, demiştim ya; bunun yalın bir düşünce olduğunu biliyordum. Buradan çok sağlam düşüncelere varabileceğimi de biliyordum. Bir çiçeğin yok edilmesi dünyadan bir rengin, bir kokunun, bir aşılanmanın da yok edilmesidir. Kültürlerimizin yok edilmesi insanlığın da yok edilmesi demektir. Bu kadar ileri gitmesen iyi olur diyeceksiniz; o da bir düşünce. Çok kuş türü, çok hayvan türü, çok bitki türü tükendi insanların yanlışlarından dolayı. Böyle giderse, bu hız var gücüyle böyle sürerse ne kuş kalacak dünyamızda, ne bitki, ne de hayvan; dünyamız kuruyacak, sonra da sıra insana gelecek. İnsan neden en son yok olup gidecek bu dünyadan? Çünkü insan çok dayanıklıdır. Bilinçlenmiş bir yaratıktır; Homeros’un dediğine göre ölümün bilincine varmış tek yaratıktır. Bugünlerde doğa gibi insanlık kültürü de tehlikededir. Tüketim kültürü dedikleri yapay kültür ortalığı kasıp kavuruyor. Bir de o magazin dedikleri baş belası… Varsa yoksa magazin; ettiklerini burada teker teker söylemeye utanıyorum. Bütün bu söylediklerim, hepimizin bildiği, yaşadığı gerçekler. Gerçek mi diyelim buna, yalanlar mı, sanallar mı? Korkmadan şunun adını koyalım: Bu bir çürümedir!

Bu toprağın kültürleri dünya kültürüne yardım ve kaynaklık etmiş kültürlerdir. Bunu biz de Batı’nın bilim adamlarından öğrendik. Bu toprağa pıtırak ekilmiş, ama bütün Anadolu’yu pıtırak otu almış değil. Şurada kaç kişi pıtırağın ne olduğunu biliyor? Pıtırak hiçbir şeye yaramayan, ekinlerin içinde biten yapışkan bir ottur. Anadolu’da yararsız kişilere “pıtırak gibi” derler. Öyle iyi bir talih ki, bütün toprağımızı pıtırak sarmış değil neyse ki.

Daha işin sonuna gelmiş değiliz. Ama hatalar bizi yolun sonuna, uçurumun başına kadar da götürebilir. Yalnız şunu hiç unutmayalım; bu ülke Mustafa Kemal Atatürk gibi başkaldıran bir devrimciyi, uygulayıcıyı da yetiştirdi. Bu ülkenin bütün karşıdevrimcileri, ülkeyi kendi bildiklerince yönetmelerine karşın, Mustafa Kemal Paşa’nın devrimlerini yenememişlerdir. 

Küçük de olsa bir umut ışığı parlıyor. Bu ülkeden Nâzım Hikmet, İsmail Hakkı Tonguç, Pertev Nâili Boratav geçmiştir.

Bütün ülkeleri etkisi altına alan tüketim kültürü (buna kültür diyebilir miyiz, bilmem), ana kültürü yıpratır, ama çürütemez. Hele Anadolu’nun büyük kültürü kökümüzde dururken. Anadolu’da şimdiden, bu karman çormanlık içinden bile gözüken, içimizi aydınlatan ışıltılar da var. Karşıdevrimcilere karşı savaşım verenler de gittikçe çoğalıyor.

Her şeye karşın Avrupa Birliği’ne gireceğiz; kendi kültür birikimimize sırtımızı dayayınca dünya kültürüne yine katkılarımız olacak. Yine ve her şeye karşın, her şeye karşın, diyorum. Anadolu’da yaşayan her halk kendi anadilini kullanacak. Kendi anadilinde eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek. Biz çokkültürlü bir toprak olduğumuzun farkına varacağız; yasakta değil, özgürlükte çıkarımız olduğunun bilincine varacağız, varmaya mecbur olacağız. Elimizi çabuk tutmazsak başımıza bölünme belası bile gelebilir. Oysa çokkültürlülüğü ile zengin Anadolu bölünmeye yatkın bir toprak değildir. Bu çağ artık bölünme çağı değil, bir arada yaşama çağıdır. Bizim de çokkültürlü konumumuzu korumaktan başka hiçbir çaremiz yoktur. 

Türkiye böyle kalamaz. Kalacak diyenler, İttihat Terakki gibi hüsrana uğrayacaklardır. Anadolu halklarının akl-ı selimi, Mustafa Kemal’i yarattığı gibi daha başka güçler de yaratabilir. Anadolu halkı çağlar boyunca yaşadığı barışçı yaşamına geri dönecek, çokkültürlü yaşamına kavuşacak, insanlığın gözdesi ülkelerden biri olacaktır. Bunun önüne de hiç kimse geçemeyecektir. O zaman da Avrupa Birliği bizi içine seve seve alacaktır. Biz onlara gidip “bizi ne zaman alacaksınız” demeyeceğiz; onlar bize gelip, “isterseniz, sizi Avrupa Birliği’ne seve seve alırız” diyeceklerdir. Anadolu halkının şimdiden bunun bilincinde olduğuna inanıyorum.

Sözümü bitirmem gerek. Sözümü bitirirken ne demem gerek, ben buldum bile: Dünya bin bir çiçekten oluşmuş bir kültür bahçesidir: Bin bir renkli, bin bir kokulu. O bahçeden bir çiçek koparılırsa, insanlık da bir rengini, bir kokusunu yitirecektir.

Göreceksiniz, insanlık çok yakında o tüketim kültürü dedikleri şeyin hakkından gelecektir. O “kültür” dedikleri şey silinip gidecektir. İnsanlığın yarattığı, insanı insan yapan kültürleri insanın elinden almaya hiç kimsenin gücü yetmez. Bütün yıldızları fethedebilirler ya, insanlık kültürünü yok edemezler.