Ülkemizde edebî mekânların sayısı öyle az ki, küçük bir haritada bile bir “nokta” olarak gösterilebilir. Oysa bir yapıtın yaratılma aşamasında çevrenin önemli bir rolü vardır ve bazı yapıtları daha iyi anlayabilmek için yazarın yaşadığı mekânları görmek gerekebilir. Edebiyatı “yerinde görme”nin gerekliliği de diyebiliriz buna.
İşte bu düşünceyle Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü olarak, 13 Mayıs Pazar günü haritada iki noktaya, Sait Faik Abasıyanık ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müze evlerine bir edebiyat gezisi düzenledik. Öykülerinin çoğunu bir adada yazan, “ada”sı “adı”yla özdeşleşmiş olan Sait Faik’i ve ömrünü kitaplarından kazandığı parayla aldığı evde geçirmeyi tercih eden Hüseyin Rahmi’yi, bugün ziyaret edilebilecek edebî mekânları olan şanslı yazarlarımız arasında sayabiliriz. Sait Faik’in Burgazada’da bulunan müze evini, yazarın annesi Makbule Abasıyanık’ın çabalarına borçluyuz. Bu ev, Makbule Hanım’ın ve Burgazada Güzelleştirme Cemiyeti’nin girişimleriyle Darüşşafaka tarafından, yazarın ölümünden on yıl sonra, 1964’te müzeye dönüştürülmüş. Sait Faik, 1977’den beri her yıl bu evin önünde ve Kalpazankaya’da düzenlenen etkinliklerle anılıyor. 1955’ten beri verilen “Sait Faik Hikâye Armağanı” ise, Darüşşafaka’ya bırakılan yapıtların geliriyle karşılanıyor. Ada Dostları Derneği, PEN Yazarlar Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ortaklaşa düzenledikleri bu yılki etkinlik, 13 Mayıs Pazar günü yapıldı. Törene katılan yaklaşık 200 kişilik toplulukta 22 yüksek lisans öğrencisi olarak biz de aldık yerimizi. Dernek yetkililerinin, Sait Faik’i tanıyanların konuşmalarından sonra, bu yılki Sait Faik Hikâye Armağanı’nın sahibi Murat Gülsoy’a ödülü verildi. Yalnızca konuşmacıların Sait Faik’le ilgili anıları ya da yazarın evi değil bütün Burgazada, bir Sait Faik öyküsünün içindeymişiz duygusunu verdi bize. Sait Faik denince ilk akla gelen yerlerden biri olan Kalpazankaya’sıyla, manzarasının güzelliği, havasının temizliği, deniz kokusu ve dalga sesleriyle, gerçekten tam da Sait Faik’e göre bir yerdi Burgazada. O gün yaşadıklarımız, öykülerdeki “mekân” duygusunun ve coğrafya-edebiyat ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu kanıtlar gibiydi. Sait Faik gibi coğrafyayı değil de, tam anlamıyla “ev”i kucaklayan bir yazar olan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müzesi ise, Sait Faik’in evi kadar şanslı değil. Heybeliada’da bulunan evin tarihi çok eskilere dayansa da, müze olarak oldukça yakın bir tarihte, Hüseyin Rahmi’nin 136. doğum yıldönümü nedeniyle 19 Ağustos 2000 tarihinde düzenlenen bir anma töreninde açılmış ziyarete. Yani, Hüseyin Rahmi’nin ölümünden (1944) 56 yıl sonra; bina bir harabeye dönüşmek üzereyken ve eşyalar çürümeye başlamışken... Evin sorumluluğu 56 yıl boyunca İl Özel İdaresi’nden Kültür Bakanlığı’na, bakanlıktan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne, müzeden Adalar Belediyesi’ne sürekli olarak devredilmiş ve tam anlamıyla bir bürokrasi süreci yaşanmış. Neyse ki şu an Adalar Vakfı ve Adalar Kaymakamlığı tarafından yönetilen müze, ziyarete açık durumda. Yazarın kitaplarından kazandığı parayla aldığı bu evin birçok açıdan bizi kendine çeken bir sıcaklığı vardı. Kuşkusuz ki bunda Hüseyin Rahmi’nin kendi fırçasından çıkan resimlerin, hayatı boyunca dinlenmek için bir araç olarak gördüğü örgülerin, oya ve dantellerin, Türkçe ve Fransızca yapıtlarla dolu kütüphanesinin payı büyüktü. Hüseyin Rahmi’nin otuz yıla yakın bir süre bisiklete bindiği patikalardan geçerek ayrıldık Heybeliada’dan. Okuyucu ile yapıt arasındaki uzaklığı “mekân” açısından aşabilmek için haritadaki noktaların sayısı artmalı. |