1960'lı yılların önde gelen eleştirmenlerinden Eser Gürson'un o dönemin dergilerinde yer alan yirmi üç yazısı Edebiyattan Yana adlı kitapta yeniden yayımlandı (Yapı Kredi Yayınları, 2001). 1963 yılında başladığı aktif yazı yaşamını 1969'a kadâr sürdürdükten sonra çok az yazı yazan Gürson, şimdi Bilkent Üniversitesi Türkçe Birimi'nde öğretim üyeliği yapıyor. 1942 yılında doğan Eser Gürson, 1964 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Öğrenciliği döneminde eleştiri yazıları yazmaya başlayan Gürson'un ilki 1963'te, sonuncusu ise 1979 yılında yayımlanan makaleleri, bugün birçok akademik çalışmada örnek alınması gereken bilimsel bir üslûp ve akıcı anlatımla kaleme alınmış. Yirmili yaşlarındaki Gürson'a ait yazıların sergilediği yetkinlik düzeyi ne kadar şaşırtıcıysa, yazarın aktif eleştirmenlik yaşamından kısa sürede uzaklaşması da o kadar üzücü. Edebiyattan Yana, "Devinim 60", "Şiir Üzerine", "Öykü ve Roman Üzerine", "Edebiyattan Yana" ve "Anma Yazılan" adlı beş ana bölüme ayrılıyor. Makaleler, ilk kez 1960'lı yıllarda Alan '67, Devinim 60, Dönem, Evrim, Oluşum, Somut, Yeditepe, Yeni Dergi ve Cumhuriyet'te yayımlanmış. |
Çağdaş edebiyatın en hareketli dönemlerinden biri olan 1960'lı yılların üretkenlik ve düşünsellik açısından canlılığı, Gürson'un yazılarında da izlenebiliyor. Ece Ayhan, İlhan Berk, Edip Cansever, Cemal Süreya ve Turgut Uyar gibi şairlerle anılan İkinci Yeni hareketinin gündemde olduğu bu dönemi Gürson, 1979'da yayımlanan "Edebiyat Pazarı (!)" adlı yazısında şöyle anlatıyor: "Şiirde Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya olgunluk yıllarının parlak örneklerini veriyorlardı. Ece Ayhan'ın, Ülkü Tamer'in en atak yıllarıydı. Oktay Rıfat, Behçet Necatigil dipdiri güçle yeni bir çıkış içindeydiler. Şiir üzerine birbirinden güzel denemeler, eleştiriler yazılırdı. Öyküde Vüs'at O. Bener, Onat Kutlar, Orhan Duru yeni susmuşlardı. Bilge Karasu incelikli anlatımıyla derlenip toparlanıyor, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner atılım yapıyorlardı [...] Sokaktaki Adam'ın, Aylak Adam'ın yanı sıra, Yaşar Kemal'i yeni yeni keşfetmenin tadını yaşıyorduk" (120). Gürson'un şiir ve düzyazı olmak üzere ikiye ayırabileceğimiz eleştirilerinde bu zengin dönemin yansımalarını buluyoruz. Ancak Gürson'un yazılarını sadece içinde bulunduğu dönemde gelişen edebî hareketlerle sınırlandırmak yanlış olur. "Yapay Dil-Karmaşık Tem (I): Birinci Yeni Şiiri" başlıklı yazıda Gürson, Garip akımını "yapay dil-karmaşık tem / doğal dil-yalın tem" sınıflandırmasıyla incelerken bugün için de düşündürücü çıkarımlarda bulunuyor. Eser Gürson'un yazıları, eleştiride deneme üslûbunun egemen olduğu bir dönemde nesnel yaklaşımıyla dikkat çekiyor.Yazılarından izlediğimiz kadarıyla Gürson, Türkiye'de o yıllarda Hüseyin Cöntürk'ün uyguladığı Yeni Eleştiri yöntemlerini kısmen benimsiyor. Bununla birlikte, metinleri oluşum koşullarından yalıtmak yerine onları anlamada yardımcı olabilecek tüm disiplinleri kullanmaktan çekinmiyor. Bilge Karasu'nun öykülerinin psikanalitik açıdan okunduğu "Troya'da Ölüm Vardı" ve Haluk Aker'in şiirinin yakın tarihe ait bilgiler ışığında incelendiği "Sürgün Hızı" bu yaklaşımın en açık kanıtlarını sunuyor. Öznel, izlenimci eleştirinin deneme tarzından ileri gidemeyeceği gibi edebiyata da bir faydası olmadığını düşünen Gürson, eleştiride edebiyat kuramlarından ve diğer disiplinlerden yararlanmanın zorunlu olduğuna inanıyor. Bu inancının göstergelerini tüm yazılarında izlemek olanaklı. Kitaba ve dördüncü bölüme adını veren "Edebiyattan Yana" başlıklı yazı edebiyatımızdaki kuramsal çalışma ve nesnel eleştiri eksikliğine dikkat çekiyor: "Kendi içinde iyiden iyiye uzmanlaşmaya dönüşen çağdaş edebiyat için kuramsal çalışma eksikliğimizi artık duymazlıktan gelemeyiz. İnceleme alanımız kısır, bomboş" (119). 1965 yılında dile getirilen bu görüşler ne yazık ki bugün de büyük ölçüde geçerli.Eser Gürson'un yazılarında kullanılan dil de en az yazıların içeriği kadar dikkat çekiyor. Gürson'un, "soyut" "bulanık" ve "kapalı" gibi sıfatlarla nitelendirilebilecek bir dil anlayışıyla tanınan İkinci Yeni akımına odaklanan şiir eleştirilerini son derece yalın ve akıcı bir Türkçe’yle yazdığı görülüyor. Gürson, kullandığı kavramları tanımlıyor ve özgün bir eleştiri dili kurmakta başarı kazanıyor. Ülkemizdeki kültür yaşamının hızla geliştiği 1960'lı yıllarda Türk edebiyatında bilimsel ve nesnel eleştirinin en yetkin örneklerini vermiş olan Gürson'un neden eleştirmenliği sürdürmediğine ilişkin ipuçlarını Edebiyattan Yana'nın bir yazısında buluyoruz. Kitabın en çarpıcı makalelerinden biri olan 1979 tarihli 'Edebiyat Pazarı' (!)nda Gürson, eleştiri yazılarına ara vermesinden on yıl sonra, geçen zamanın muhasebesini yapıyor. Edebiyat dünyasının son on yılını değerlendiren yazar, gelişmeleri hiç iç açıcı bulmuyor. Eleştirmen, yazısını, "[b]ir umar yazısı değil bu. Belki bazı öneriler sezdiriyor" diyerek bitiriyor (124). Gürson'un gözlemleri nesnel ve son derece gerçekçi göıünüyor. Bugün yetişen genç eleştirmenler kuşağının Gürson'un eleştiri yazılarından öğreneceği çok şey var. Burcu Karahan |