|
|
Vezinli söz vardı bir zamanlar. Şiiri bütünüyle etkisi altına almış ve Türk dilinin serüveninde göz ardı edilemeyecek bir rol oynamıştı. Bu serüvenin dönüm noktalarından biri Osmanlı Divan şiiridir; köklü bir geleneğin, Osmanlıların hâkim olduğu bir coğrafyada yaşanması ve sürdürülmesi deneyiminin de adıdır. Nicedir özgün okumalarla canlandırılmayı bekleyen bu şiir, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. yıl dönümü nedeniyle yapılmaya başlanan çalışmalarla, yeniden gündeme geliyor. Dr. Mehmet Kalpaklı tarafından hazırlanıp 1999 yılında Yapı Kredi Yayınları'nca basılan Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler de bu çalışmalardan biri. Dr. Kalpaklı, sunuş yazısında, değişik Türk ve yabancı yazarlardan toplam 95 makale içeren bu derleme için "Osmanlı'da şiir hakkında genel bir fikir edinmek ve şimdiye kadar yapılan değerlendirmeleri bir arada görmek isteyen okuyucu için hazırlandı" diyor (ix). Kalpaklı, bu değerlendirmeleri, Osmanlı metinlerinde şiir üzerine söylenenler, İmparatorluğun çöküş sürecinde başlayan Batılı ilgi,Türkiye'de "neredeyse bütünüyle üniversitelerin tekelinde" gelişen Divan şiiri çalışmaları ve günümüzde uyanan Batılı ilgiden kaynaklanan değerlendirmeler olarak sınıflıyor. 502+xiii sayfalık kitabın sonunda yer alan "Divan Şiiri Üzeıine Yazılar: Seçilmiş Bibliyografya" başlıklı bölüm, yapılan bu sınıflamanın hakkının verildiğini gösteriyor. Mehmet Kalpaklı'nın derlediği "nesirli şiir atlası"nda, Ahmet Hamdi Tanpınar, Divan şiirini "yeni bir zevk iklimi" (75) olarak niteliyor. Ancak, bu "zevk iklimi"nin, uzunca bir dönem, ona yakışmayan bir tavırla ele alındığını söyleyebiliriz. Edebiyatımızın yenileşme döneminde bu tavra sık sık rastlanmış. Ali Cânip Yöntem'in "Yeni Edebiyat İçindeki Eski Zihniyet" yazısında bunun izleri görülüyor. Yöntem'e göre, "dekoratif bir sanat" olarak nitelenen Divan şiiri ve onu üreten Divan şairleri, içinde bulunduklan estetik atmosfer dolayısıyla, hayata yabancılaşmışlardır. Fuad Köprülü, "Hayat ve Edebiyat" adlı makalesinde, Divan şairleri için "hayat ile aralarında açılan uçurum karşısında büyük ve canlı bir şey yapamazlardı ve yapamadılar da"(66) diyerek betimliyor bu durumu. Nurullah Ataç, "Eski Şiir ve Devrim"de, Divan şiirinin, "kurtulamadığımız eski benliğimiz"in(80) bir parçası olarak rafa kaldırılmasını öneriyor. Rafa kaldırılacak olan nedir ve ona uygun bir raf var mı? Latîfi, "Tezkire-i Şuarâ'nın Önsözünden" bölümünde, "vezinli sözün üstünlüğünü, büyülü, hikmetli şiirin meziyetini" (1) örneklerle açıklıyor. "Şiir sevgisi" tarafından ayartılan Fuzulî, "Türkçe Divan'ın Mukaddimesi" bölümünde, "söze (şiire) haset edenlerin günahları çok büyüktür" (16) diyor. Zaman değişiyor ve Gelibolulu Mustafa Âli; "şairlerin ve irfan sahiplerinin Osmanlı ülkesinde ve başka yerlerde rağbetten uzak kaldıklarını" (17) anlatıyor. Atlasta yangın çıkıyor. Yangını söndürecek suyu, Nâmık Kemal, Ziya Paşa ve Şemseddin Sami yeni edebiyatın loş ve dolambaçlı yollarından geçerek taşıyorlar. Türk dilinin Arap ve Acem dillerine üstünlüğü, şiirin ve düzyazının kendilerine Türkçe'de bir yer bulma zorunluluğu dile geliyor bu yazarlarda. Yahya Kemal, aşkı lirizme çevirip şöyle bir soluklanıyor, bir âh çekiyor. Cemal Kurnaz'ın "Âh'a Dair" yazısı, "Divan şiirinde aşk hâdisesini", birçok divanı süslemiş "âh" sözünün ritmini, simgesel ve yan anlamlarını da kullanarak gözler önüne seriyor. Mehmed Çavuşoğlu, "Bir Beyitin Çevresinde" başlıklı yazısında "bilmece gibi beyitlerin" içinde dolaşıyor, "üç kanatlı kuşlar"ı arıyor, mazmunlan bulup çıkarıyor. Murat Belge ise Divan şiiri çalışmalarında Eric Auerbach'ın "stilistik" yöntemini kullanmayı öneriyor. Servan de Sugny'nin 1853 yılında yazdığı La muse Ottomane kitabından çevrilip atlasımıza eklenmiş olan "Türk Şiirinin Kısa Tarihi" adlı bölümde, Sugny, bilge Jones'in "Türkçe ahlâkî yazılar için oldukça uygun görünüyor" (40n3) sözünü alıntılamış. Bu sözün anlamını düşünüyor ve bir Batılının Divan şiiri tasarımının izlerini sürüyoruz. Dora D'Istria, 187Tde Le poesie des Ottomans adıyla yayımlanan kitabın, bir bölümü aynı adla atlasımızda da yer alan "Osmanlılar'da Şiir: İstiareli Destanlar" başlıklı yazısında "Türk şiirinde en kaba materyalizmden başka bir şey görmemekte ısrar edenlere" (48) sesleniyor. "Kaba materyalizm" teriminde duraklıyor ve tasavufla şekillenmiş Divan şiirinin bilmediğimiz, henüz işitmediğimiz yankılannı duyuyoruz. "Sîneden derd ile bir âh edeyim kim dönsün / Aksine devr-i felek mihr-i dırahşânı bile" diyen Neşâtî için, "saklı su"lara dalan İlhan Berk, "Mallarme, Neşâtî'yi okuyabilseydi kadrini en çok o bilirdi sanınm" (246) diyor ve görmekte zorlandığımız bazı ilişkilerin altını çiziyor. Turgut Uyar, Divan şairlerini bir de başka bir doğrultuda, "tasavvufî" değil "dünyevî" bir doğrultuda okumak gereğinden söz ediyor. "Atlas"ta, Annemarie Schimmel'in "Alman Gözüyle Divan Edebiyatı" adlı yazısı da bulunuyor. Schimmel, yeni Divan edebiyatı çalışmalarını özendirici bir şekilde, "[b]u şiirlerin en cazibeli tarafı belki bu sonsuz muammaların çözülmesidir" (154) demekte. Schimmel, T. S. Eliot'ın İngiliz metafizik şiirini tekrar canlandırmasını örnek vererek "Türk gençliğinin klasik divan edebiyatı'nın en kıymetli hususiyetleriyle, modern sanat anlayışının arasında mükemmel bir sentez" yaratabileceğini vurguluyor. Böyle bir sentezin önündeki en önemli engellerden birini Walter G. Andrews'un makalesini okuyunca öğreniyoruz. Bu, büyük ölçüde, "oryantalizm siyasası"nın beslediği, uyum, düzen ve bütünlük ideallerini de içeren "büyük Batılı sanat zinciri" düşüncesidir (369). Andrews, "Gazel"i incelediği yazısında, bu türün geleneğinin, "bütünlüğün" karşısına "parçalanmışlığı" koyar göründüğü için dikkate alınmadığını ileri sürüyor. Victoria Holbrook ise, "Alegorinin Ölümü, Hüsn ü Aşk'ın Özgünlüğü" yazısında, bu zinciri kırmanın olanağını "alegori" kavramı üzerinden tartışıyor. Daralan raflar, kırılan zincirler, sesler... Kemal Sılay'ın "Müzik- Edebiyat Eleştirisi ve Divan Şiiri", Walter Feldman'ın "Osmanlı Gazelinin Yapısı İçin Müzikal Bir Model" ve Muhsin Macit'in "Divan Şiirinde Âhenk Unsurları: Ritm" başlıklı yazılan, Divan şiirinin üstümüzde bıraktığı belki de ilk etki olan ses âhenginin yapısını anlamaya ve bunun edebî çözümlemeye katkısına ilişkin görüşler ortaya atıyorlar. Sonuç olarak denebilir ki, Dr. Mehmet Kalpaklı ve öğrencilerinin emekleriyle okuyucuya sunulan bu değerli çalışma, içinde çok sayıda okuma olanağı barındırıyor. Herhangi bir rafa sığması epey zor olan bu eserin hak ettiği ilgiyi görmesi dileğiyle... Hakan Atay |