Nazlı Eray'la Ayışığı Sofrası'nda
Sayı 5: Kış 2001 
Son yapıtı Ayışığı Sofrası ile bugüne kadar on iki roman, yedi öykü kitabı, iki oyun ve bir deneme kitabına imzasını atmış olan ünlü yazar Nazlı Eray, 20 Kasım 2000 akşamı üniversitemizde düzenlenen okuma ve söyleşi programının konuğu oldu. Türk Edebiyatı Merkezi'nin düzenlediği "Nazlı Eray'la Ayışığı Sofrası'nda" adlı programda yazar, romanından bölümler okudu; izleyicilerin sorularını yanıtladı ve kitaplarını imzaladı. Programa, Nazlı Eray'ın son romanını okumuş olarak katılan okurlar, merak ettikleri her konuyu yazara sorma olanağı buldular.

Edebiyat dünyasına Varlık dergisinde yayımlanan öyküleriyle adım atan Nazlı Eray, ilk kitabının yayımlandığı 1976 yılından bu yana, köşe yazarlığından siyasete pek çok alanda uğraş veriyor. Cumhuriyet, Güneş ve Radikal gazetelerinde yaklaşık üç yıl süren gazetecilik serüveninin yanı sıra, CHP parti meclisinde yürüttüğü çalışmalarının da temelinde asıl ilgi odağı olan "insan"ın bulunduğunu anlamak hiç zor değil. Mutlu olmak ve insanları mutlu etmek için yazdığını söyleyen Nazlı Eray, "insan"ı, yazma uğraşının temeline yerleştiriyor. Öyle ki, kendi mutluluğunu, insanları, kısa bir süre için bile olsa yaşamın katı gerçekliğinden uzaklaştırabilmeye bağlıyor.

Son romanı Ayışığı Sofrası'nda, bundan iki bin yıl önce uykuya dalan yedi uyurların üç yüz dokuz yıl boyunca yaşadıkları mağarayı Gaziosmanpaşa'daki Migros mağazasının yanına taşıyan yazar; farklı zaman kesitlerini iç içe geçirerek okurlara bu yaşantıları karşılaştırma şansı tanıyor. Televizyonun renkli görüntülerine karışan ilk çağların suskunluğu Ankara sokaklarına taşarken, çok farklı zamanlarda yaşamış olmalarına rağmen Aşo ve Yemliha'nın aslında birbirlerinden hiç de farklı olmadıklarını görebiliyoruz. Zaman kavramını alt üst ederek, insanları, ortak noktaları olan hüzün, korku, şaşkınlık ve sevinçte bir araya getiren Eray, sadece düş ile gerçeği birbirinin içinde eritmekle kalmıyor, kendi yaşamının kimi gerçeklerini de romanlarının kurgusuna katıyor.

Roman kişilerinin arkasına saklanmadan, duygu dünyasını tüm yalınlığıyla okurlarına sunan Nazlı Eray, Bilkent'te düzenlenen programda Ayışığı Sofrası'nın yanı sıra, bazı tablolarını ve arşivindeki fotoğrafları da okurlarıyla paylaştı. Programın yapıldığı salonun dışındaki pano ve sergi masalarında sergilenen fotoğraflarda Eray'ın özel yaşamına ait bazı anları yakalamak da olanaklıydı. Yazarın kitaplarının sergilendiği masada Ayışığı Sofrası'nın elyazması müsveddelerini görmek de fotoğraflar kadar ilginçti; bu sayede, yazarın yazma sürecine ilişkin aynntılara da göz atabildik.

Program, Türk Edebiyatı Bölümü'nün birinci sınıf öğrencilerinden Alena Ramiç tarafından açıldı. Bölümümüzün öğretim üyelerinden Dr. Süha Oğuzertem'in sunuş konuşmasının ardından sahneye biraz "nazlanarak" çıkan Nazlı Eray, Ayışığı Sofrası'ndan okuduğu bölümlerde, izleyicileri, düşle gerçeğin birbirlerinin yerine geçtiği bir zamana taşıdı. Dr. Oğuzertem'in "Tunalı Tanrıçası" ilân ettiği Nazlı Eray, konuklara okumak için, çoğunlukla hüzünlü bölümler seçmişti. Biraz da bunun etkisiyle olsa gerek, yazara yöneltilen ilk soru, kendisini hüzünlerden nasıl koruduğuyla ilgiliydi. Duygu dünyalarını ancak bir buzdağının suyun üstünde kalan kısmı kadar görebildiğimiz kimi yazarlann tersine, Nazlı Eray, okurlarına buzdağının suyun altında kalan kısmını da sundu. Aslında hüzünlü bir insan olmadığını, ancak hüzünlü olduğu zamanlarda bu duygudan korunmaya ya da bu durumu saklamaya çalışmadığını belirtti.

Yazara yöneltilen bir diğer soru, yapıtlarında Ankara'nın bir kent olmaktan çıkıp bir roman kişisi olmasıyla ilgiliydi. Uzun yıllardan beri Ankara'da yaşayan Eray, kendisini kıskıvrak yakalayan bu kenti, üzerindeki giysi, ayağındaki ayakkabı kadar kendisine ait hissettiğini, bu nedenle de yapıtlannda Ankara'nın önemli bir yeri olduğunu söyledi. Sunuş konuşmasında edebiyatın yapılması mı yoksa yaşanması mı gerektiğiyle ilgili soru, yazarın bu açıklamasıyla yeni bir boyut kazandı. Yapılan / yaşanan edebiyat arasında bir karara varmanın olanaksızlığı, Eray'ın yazma sürecini anlatmasıyla iyice belirginleşti. Yaşamı, yavaş yavaş içine dolan bir iksir gibi gördüğünü söyleyen yazar, ansızın geliveren o ilk cümle ile yazma sürecine girdiğini ve öyle dönemlerde günde yedi saat çalıştığını belirtti. Son dört-beş romanını Bodrum Gölköy'de, Dalgıç Ahmet'in Yeri'nde ve Ankara'da Papazın Bağı'nda yazdığını söyleyen yazar, yalnızlık gerektirdiği söylenen yazma eyleminin bile kendisini insanlardan uzaklaştırmasına katlanamadığını sözlerine ekledi. Eray, insana olan ilgisini, siyasal kimliğine ve etkinliklerine ilişkin sorular karşısında da vurguladı. Belli bir okur kesimi için yazmadığını belirten Eray, çok çeşitli toplumsal katmanlardan ve yaş gruplarından okurlara sahip olduğunun altını çizdi. Nazlı Eray, tüm yapıtlarında gündeme gelen fantastik zaman anlayışı için de yine yaşamından hareketle bir belirleme yaptı: gerçek yaşamda bir türlü kolundan fırlatıp atamadığı saatten belki de kurgusal dünyada kurtuluyordu.

Edebiyatı yenileyen, yaşayan ve aynı zamanda yaşatan bir yazarın sofrasında, düş dünyasının tadlarıyla çok keyifli iki saat geçirdik.

Çimen Günay