Leyla Burcu Dündar |
|
Jale
Parla, Babalar ve Oğullar (İletişim, 1990) adlı incelemesinde, camiacı
bir kültürden beslenen, hem de idealist bir dünya görüşünün ve bilgi kuramının
ürünü olan Tanzimat romanına eğilmişti. Yazar, bu dönemde filizlenen roman
türünün epistemolojik temellerini "babalar ve oğullar" eğretilemesinden
hareketle irdelemiş, kayıp babalarını arayan yazarların otorite arayışlarını
edebiyat düzleminde temellendirmişti. Parla'nın bu yapıtı bizlere yeni
bir bakış açısı kazandırdı. Ne yaparsak yapalım biraz acemice bulmaktan
kurtulamadığımız ve üzerlerinde uzun uzadıya düşünme zahmetinden kaçındığımız
Tanzimat romanlarının, onlara verdiğimiz vakit ve dikkatten çok daha fazlasını
hak ettiklerini düşünmeye başladık.
Jale
Parla'nın bu yıl yayımlanan çalışması Don Kişot'tan Bugüne Roman (İletişim,
2000) ise, kapsamının genişliği ve anlatımının doyuruculuğuyla okura sunulmuş
bir hazine niteliğinde. Robert Kolej'in Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nü
bitiren Parla, 1978'de Harvard Üniversitesi'nden anadalı İngiliz Edebiyatı,
yandalları Fransız ve Alman Edebiyatları olan Karşılaştırmalı Edebiyat
doktorası almış. Don Kişot'tan Bugüne Roman'ın okuyucuyu etkilemesinin
bir nedeni de yazarın Avrupa edebiyatını çok iyi tanıması. Parla'nın bu
çalışmasının odağında, romans geleneğinden kopuşu gerçekleştiren ilk roman
olan ve kendinden sonraki tüm romanların kaderini etkileyen Don Quijote
var.
Parla'nın kitabı bir yandan Cervantes'ten bu yana roman türünün geçirdiği
aşamaları inceliyor, öte yandan bu türün anlatı kuramı içerisindeki yerini
belirlemeye çalışıyor. Dört bölümden oluşan kitabın her bölümünde belli
başlı Türk romanları da roman geleneği açısından irdeleniyor.
Kitabın
birinci bölümü "Don Quijote ve Yazın Türleri" başlığını taşıyor.
Yazın geleneğindeki tür kuramlarına değinen Parla, çok yaygın bir yazın
türü olan romanın "tür ötesi bir tür" olduğunu belirtiyor (33).
Don
Quijote'yi söylemlerin, dillerin ve türlerin karışımı olarak okumak
gerektiğine dikkat çeken yazar, onun "henüz bir roman sayılmasa da romanın
yolunu açan bir açık anlatı" olduğunu söylüyor (72). Aynı şekilde, Ahmet
Mithat Efendi de yapıtlarındaki dil ve söylem karışımı, anlatılarının melezliği
ve okurla kurduğu diyalog nedeniyle Parla tarafından "Türk edebiyatında
romanın kurucusu" (75) olarak nitelendiriliyor.
"Yazarlar ve Okurlar" adlı ikinci bölümde Don Quijote'nin dünyasını "yazarların tutunabilmeye çalıştığı okur-egemen bir dünya" (134) olarak tanımlayan Parla'ya göre, bu romanın kurulduğu epistemolojik eksende, Don Kişot, idealizmin ve ütopyacılığın, Sancho Panza, materyalizmin ve pragmatizmin simgesi. Özne/nesne, yazar/okur, özdeşleşme/yabancılaşma ve diegesis/mimesis kutuplarının yıkımı da bu bünyede yer almaktadır (137). Parla'nın kitabında Tristram Shandy (Laurence Sterne), Tom Jones (Henry Fielding), Kaderci Jacques ile Efendisi (Denis Diderot) gibi romanlar da, okuru yazın serüvenine davet edişleri bağlamında ele alınıyor. 19. yüzyıl romancılarının gerçeği olduğu gibi anlatmak amacıyla planlı bir şekilde hareket eden, dolayısıyla "sapmalara, kesintilere izin vermeyen", "tam, bütün, büyük anlatılara" (164) yöneldiklerine dikkat çekiyor. Erick Kahler'in The Inward Turn of Narrative adlı çalışmasından esinlenerek, modernizmle birlikte romanın "okunması `zor' bir anlatı" hâline geldiğini belirtiyor (169). Bu bölümün sonunda ise Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar adlı romanı, yazmak/okumak ilişkisine tutunuşuyla ele alınıyor. Kitabın "Anlatı ve Zaman: Saatin Tiktakları, Romanın Taktikleri" başlıklı üçüncü bölümü, "dilin zamana tutsaklığı"nın bilinciyle anlatıyı ölümsüzleştirme sevdasına tutulan yazarların, bu uğurda "anlıklaştırma" yöntemine yönelişlerini inceliyor. Anlatı zamanının yazarın "şimdi"sinde olduğu, dolayısıyla okurun da "şimdi"siyle buluştuğu bu yöntemde okur, anlatıya doğrudan katılarak kendini iyice özgür bulacak ve düş gücünün onu yönelttiği tüm oyunlara katılacaktır. Böylece edebiyatın zamana tutsaklığı bir anlamda kırılacak ve bütünlük, sonsuzluk arayışı da tatmin edilecektir. Parla, Büyük Umutlar (Charles Dickens), Ulysses (James Joyce) ve Silgiler (Alain Robbe-Grillet) romanları çerçevesinde anlatının zamanla olan ilişkisini sorunsallaştırdıktan sonra "Yeni Roman" ve modernistlerin zaman algısına , geçiyor. Parla'nın sonraki durağı ise, "taksim kabul etmiş zamanın aynası" olan Mahur Beste. Bu bölümde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın sanat anlayışının eksenlerinden "zaman" kavramı, çeşitli boyutlarıyla ele alındıktan sonra, "zaman/yaşam/anlatı üçlüsüne hem düşünsel hem de taktiksel olarak eğilmiş" (305) romancılarımızdan Adalet Ağaoğlu'nun Dar Zamanlar üçlemesinin romanları (Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi, Hayır) kriz anlarının tiktaklarını duyurarak yerlerini alıyorlar. "Mimesis" adlı dördüncü ve son bölümde ise Aristoteles'in temsil kuramına değinildikten sonra Cervantes'in Don Quijote'de ortaya koyduğu "temsil sorunsalı" irdeleniyor. Parla, bu bölümde, Georg Lukacs, Louis Althusser, Pierre Macherey, Terry Eagleton ve Fredric Jameson gibi düşünürlerin yazında "temsil"i nasıl tanımladıklarını tartışıyor. Daha sonra Latife Tekin'in Gece Dersleri adlı yapıtına geçen Parla, bu anlatıyı "Türk romanında temsile karşı yönelişin en etkileyici örneği" olarak niteliyor (344). Gece Dersleri'nintemsil etmemeye yönelen parçalanmışlığı Parla'ya göre "dilde", "bedende", "zamanda, mekânda ve anlatıyı oluşturan seslerde görülür" (344-45). Son olarak Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı adlı romanını ele alan Parla'ya göre, nakış ve resmin "temsil metaforu" olarak kullanıldığı bu roman, "her tür parçalanmanın bütünlüğe kavuşma arzusunun anlatısı olarak" da okunabilir (357). "Eleştirinin işi, sanatsallığı yadsınamayacak bu suskun ve mükemmel metinleri konuşturmaktır" (178) diyen Parla, ele aldığı tüm metinlere bilgisini ve yorum yeteneğini taşımış, satır aralarının derinliklerine inmiş. Don Kişot'tan Bugüne Roman, edebiyat evrenimizde büyük bir boşluğu dolduran, tekrar tekrar okunması gereken bir kaynak kitap. |