DERGÂH: GELENEĞE DOĞRU
Ali Serdar
Sayı 4: Güz 2000 
Edebiyatın aktığı, yaşatıldığı ve ona müdahalelerin yapıldığı mekanlardır dergıler. Türkiye edebiyatının bu konuda zengin bir yaşantıya sahip olduğu söylenebilir. Türkiye'de edebiyat dergiciliğinin özelliklerinden biri-Varlık ve birkaç başka dergi dışında-dergilerin bir gelenek yaratamayacak kadar kısa ömürlü olmasıdır. 1990 yılı Mart'ından bu yana yayın hayatını sürdüren ve Eylül 2000'de 127. sayıya ulaşan Dergâh dergisi uzun ömürlü dergilerden biri olma yolunda.
Dergâh Yayınları'nın sahibi olduğu derginin yazı işleri görevini başından beri Mustafa Kutlu yürütüyor. Dergâh, ilk sayıdan beri belirli bir biçime sahip. On yıldır hep yirmi dört sayfa. Sabit köşe yazılarının yanı sıra her sayıda şiir, hikâye, inceleme ve denemelere belirli oranlarda yer veriliyor. İlk sayfa olan kapaktaki "Bu Dergi" sütunu, o sayıya ilişkin kısa bilgiler aktarıyor. Üçüncü sayfadan başlayıp kimi zaman sekizinci sayfaya kadar, dış yanlarda yer alan "Derkenar" sütununda çeşitli yazarlardan kısa değinmeler bulunuyor. Bu sütunda Mustafa Kutlu'dan Tahsin Yücel'in Peygamberin Son Beş Günü isimli romanına ya da Beşir Ayvazoğlu'ndan Alev Alatlı'nın Viva La Muerte isimli kitabına ilişkin görüşler bulabileceğimiz gibi, diğer edebiyat dergileri hakkında haberlere, edebiyatı konu alan kısa ve güncel yazılara da rastlayabiliyoruz. Mehmed Âkif, Abdülhak Hâmid gibi edebiyatçılardan mektupların, yazıların ve onlarla ilgili anıların yayımlandığı "Hatıraların Gizli Tarihi" ve Gürsel Aytaç, Orhan Şaik Gökyay, Selim İleri ve Memet Fuat gibi farklı şahsiyetlerle görüşmelerin sunulduğu "Orta Sayfa Sohbetleri" dergide sürekliliğini koruyan sayfalar olarak karşımıza çıkıyor.

Dergâh'ta zaman içinde çeşitli değişikliklerin yapıldığı da gözleniyor. İlk sayfada şiire ilişkin yazılarının yayımlandığı İsmet Özel'e ait köşe, bir süre sonra yerini şiirlere, kimi zaman da içeride devam edecek yazılara ve denemelere bırakmış. 95. sayıya kadar varlığını koruyan "Okuyucu Mektupları" köşesinin yerini şiirler almış. İlk sayılarda son sayfada (arka kapak) yalnızca Mustafa Kutlu'ya ait "deneme-hikâye"ler yer alırken sonraları başka yazarların yazıları da yer almaya başlamış.

Dergâh her ay beş ile yedi arasında şiir yayımlıyor. Dergide, ilk kez yayımlandıktan sonra zaman içinde ismini duyuran, bir anlamda dergiyle birlikte gelişen şairlerin varolması, dergicilik ve gelenek oluşturma ilişkisini akla getiriyor. Ümit Aktaş, Hakan Arslanbezer, Süleyman Çobanoğlu, Hüsrev Hatemi, İsmet Özel ve Levent Sunal dergide sıkça karşılaşılan ' isimlerden bazıları. Her sayıda bir ya da iki hikâyenin yer aldığı dergide, "sosyolojik" denebilecek bir durum ortaya çıkıyor. 85. sayının "Bu Sayı"sında şu gözlem yer alıyor: "Garip bir tecelli ile hikâyeciler toplamı hanım yazarlardan oluşuyor". Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Nazan Bektaş, Münire Daniş ve Melek Paşalı dergide hikâyeleri yayımlanan isimlerden bazıları. Bu durumda edebî türler açısından Dergâh'ta "hanımlar" ve "beyler" arasında bir paylaşım olduğu gözleniyor.

Dergâh, ilk sayısındaki çıkış yazısında belirtildiği ve yayın politikasının da gösterdiği gibi, yüzü Doğu'ya dönük, "yerli, millî ve bağımsız" bir edebiyat anlayışına sahip; edebiyatın bu temeller üzerinde yükselmesi gerektiğini savunuyor. Dergi, Divan edebiyatı değerlendirmelerini iki ayrı düzlemde yürütüyor. Divan edebiyatı, edebî inceleme alanı olarak ele alınabildiği gibi, bir karşı refleksin ve savunmanın konusu da olabiliyor. Dergâh yazarları 600 yıllık bir geleneğe dayanan bu edebiyata sahip çıkılmadığı konusunda hemfikir görünüyorlar. Hem de Divan edebiyatının dilinin Türkçe olmadığı, yüksek sınıfların edebiyatı olduğu, dolayısıyla sosyal gerçekliği yeterince ele almadığı yolundaki iddiaları doğru bulmuyorlar. Ahmet Atilla Şentürk'ün gerek bir yazısında gerekse bir söyleşide belirttiği noktalar, derginin Divan edebiyatına genel yaklaşımını özetler nitelikte: "eski edebiyat yaklaşık yüz yıllık Batılılaşma devresinde her konuda eskiyi tek taraflı tenkid ve reddetme temayülünden hissesine düşeni aldığından...bugün eski şiiri anlama ve zevkine varma geleneği neredeyse yok olmak üzeredir" ("Osmanlı Şairlerinin Gözlemciliği ve Klâsik Edebiyatımızda Realiteye Dair". 41 [Temmuz 1993]: 8). Şiirlerden örnekler veren Şentürk, bu edebiyatın, sanıldığının aksine, zamanın sosyal gerçekleriyle iç içe olduğunu ileri sürüyor. Yazar 65. sayıdaki bir söyleşide ise Divan edebiyatına getirilen bir başka eleştiriyi şöyle yanıtlıyor: "Türkçe belki de tarihinin hiçbir devresinde görülmemiş ve görülmeyecek bir incelik ve mükemmellikle bu edebiyatta işlenmiştir" (12).

Dergâh, Divan edebiyatının bugün de yaşatılması gerektiğini savunmuyorsa da, yeni bir edebiyatın oluşturulmasında geleneğin mutlak gücünü hesaba katmak niyetiyle yola çıkıyor. Gerek bu edebiyatın şiir tekniği, gerekse "maneviyatımız" ile olan yakın ilişkisi, böyle bir edebiyat anlayışında o edebiyatı vazgeçilmez kılıyor. Böylelikle Dergâh, diğer edebiyat dergilerinin çokça eğilmediği bu alandaki önemli bir boşluğu dolduruyor.

Kitap tanıtımları, şehir yazıları, müzik, sinema, tiyatro, bilim ve felsefe gibi edebiyatla bire bir ilişkili olmayan konuların da dergide bulunmasının arkasında geçmişle kurulan ilişkiyle uyumlu bir edebiyat anlayışı yatıyor. Dergideki çoğu incelemeler edebiyatla ilgili olabildiği gibi, tarih, sosyoloji, siyaset bilimi alanındaki yazılar ve çeviriler de dergide rahatlıkla yer alabiliyor. Tunca Kortantamer'in "Gül Kasidesi" başlıklı yazı dizisinin yanında Mustafa Armağan'ın "Geleneğin Prangaları: Weber ve Şeriat Örneği" yazısı, Martin Heidegger ya da Immanuel Wallerstein gibi felsefeci veya ekonomi tarihçilerinden yapılan çeviriler bir arada bulunabiliyor. Beşir Ayvazoğlu, Mehmet Erdoğan, Mustafa Erdoğan, İsmail Kara, Nuray Mert ve Orhan Okay edebiyat ve siyasetle ilgili inceleme yazısı yayımlayan isimlerden birkaçı.

Dergide göze çarpan bir nokta da Ahmet Hamdi Tanpınar'a ağırlık verilmesi: iki üç sayıda bir Tanpınar'ı konu alan yazılara rastlamak mümkün.

Erdal Doğan'ın Edebiyatımızda Dergiler (Bağlam, 1997) adlı kitabındaki tanımla, Dergâh, çıktığı andan itibaren "bir kesimin sesi olmayı başarabilmiş" bir dergi; bu da Doğu-Batı ekseninde geliştiği söylenen düşünce yelpazesinde Doğu'ya atfedilen "mistik düşünce" sisteminin içinde kendini tanımlayan bir duruşa denk düşüyor.