EDEBİYATTAN TARİHE, TARİHTEN ŞİİRE: Prof. Dr. HALİL İNALCIK
Sayı 4: Güz 2000
Yaz yeni başlamıştı. Prof. Dr. İlhan Başgöz'ün Bilkent'teki evinde sazlı sözlü bir toplantı yapıldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde, büyük tarihçi Halil İnalcık cebinden çıkardığı şiirleri okumaya başladı. Hepimiz şaşırdık, ne diyeceğimizi bilemedik. Türk edebiyatı tarihine o gece tarihçi bir şair katıldı. Prof. İnalcık, güzel şiirlerini Kanat'tan esirgemedi. Edebiyatçı kimliğini ilk kez bize açıkladı. İnalcık, edebiyatçı kimliğini şöyle anlattı:
"Halil İnalcık 1916'da yahut 1917'de, 1. Dünya Harbi sırasında İstanbul'da domatesler ve patlıcanlar yetişen bir bostanın içinde, dedesi Bahriye Binbaşısı Seyit Mehmet'in konağında doğdu. O sırada babası Urfa taraflarında sürgünde idi. Çocukluğu bu geniş bostanda beş-altı yaşına kadar sürdü. Sonra babası ile Mustafa Kemal'in ve Türkiye'nin yeni merkezi Ankara'ya intikal ettiler. Babasını 1934'te kaybetti. İnalcık'ın duygusal yanı belki annesinden geliyor. Yetim kalan İnalcık her şeyi ile annesine sarıldı. O, çocuğu için her şeyi feda edebilen annelerdendi. İnalcık'ı okuttu. Bir yıl Sivas'ta, iki yıl Ankara'da, üç yıl da Balıkesir'de muallim mekteplerinde okudu. Çok yalnızlık çekti. Balıkesir'de Abdülbaki Gölpınarlı'nın öğrencisi oldu ve ondan Divan şiirini öğrendi. O çok duygusal yıllarda bir roman yazmayı da denedi. Temel ilgisi edebiyattı. Bu arada Fransızca'yı Adile Abla'dan (Adile Ayda) iyi öğrendi ve Fransız şairlerinden Lamartine, Victor Hugo, Baudelaire'i çok sevdi. Lamartine'in romantizmine kapıldı. Gölpınarlı ve Türk şairlerinden Fuzûlî, genç İnalcık üzerinde en çok etki yapan kişilerdendir. Daha on altı-on yedi yaşında Fuzûlî'nin külliyatını bularak tamamını okudu. Fakat sonunda 1935'te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulduğu zaman bir üniversite tahsili için onun önünde yalnız bu fırsat vardı ve Dil Tarih'in yatılı imtihanını kazanarak bu fakülteye girdi ve tarihçi  oldu. Edebiyattan ayrıldığına bugün bile üzgündür''.
Halil İnalcık, Uludağ Mürseller köyünde
KIT'A
Dehr-i fânîden nice cân nice cânânlar geçer
Bezm-i işretten aceb mestâne yârânlar geçer
Bir nefesdir cânımız yâr leblerinde ber-karâr
Hey, bu fânûs-i safâ bir gün söner cânlar geçer

Bilkent, 1999

2000'DE YILBAŞI

Başındayız üçüncü bin

Yaşıyoruz ne mutlu!
Bıraktık onbinleri
Betonların altında,
Sarsılan, sarası tutan
Kat kat saldıran
Ateş kaynayan yerin içinde,
Bıraktık ezilen, yanan, çırpınan
Anaları, kızları, yiğitleri
Ve masum bebekleri
Gülüşleri dudaklarında donmuş,
Gözleri açık, semaya bakan.
Tanrım, sana erişmez mi
Bu iniltiler,
Gökleri yırtan bu feryatlar;
Nazenin bedenler molozlar içinde,
Dişlerinde kalkıyor buldozerlerin,
Poşetlerde bekliyor sıcak ölüler
Gölcük kıyılarında

Martılar çığlık çığlık

Vuruyor betonlara, vuruyor deniz.

Ne mutlu yaşıyoruz

Bu sabah üçüncü binde.

1.1.2000

HATIRA
 
Nasıl unuturum o ânı nasıl,
Alaca karanlığında akşamın, el ele,
Yatıp üstünde rengârenk
Bir Yörük kiliminin;
Çaykovski'nin
İnleyişlerini dinlediğimiz,
Dinmez bir hazzın denizinde
Kendimizden geçtiğimiz...
O ânı nasıl unuturum, nasıl?

Bilkent, 1999

DOĞADA DUA

Tanrım bu an düşüp dizlerimin üstüne,

Sana dua, dua etmek istiyorum candan;
Tanrım şimdi sen, şu meltemsi esen
Önünde ağaçlar serfürû eden
Çiçekler secdeye gelen;
Şimdi sen, beyaz bulutlarsın maviliklerde
Sonsuza kayıp giden,
Yıldızlara, kehkeşanlara;
Şimdi sen,
Güzellerinde Botticelli'nin
Altın perçemleri dağılmış,
Tebessüm eden;
Ve sen, şimdi sen, bir cehennem,
Nabızlarımda vuran
Ateş damlalarla
Yanaklarımdan akan.

Bilkent, Güz 1999