|
|
1960'lı
yıllardan beri Indiana Üniversitesi'nde halk edebiyatı dersleri veren Prof.
Dr. İlhan Başgöz, iki yıldır Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü'nde
konuk profesör. Türk folkloru ve halk edebiyatı üzerine İngilizce ve Türkçe
yayımlanmış pek çok eseri olan Prof. Başgöz ile son kitapları Türk Halkının
Bilmeceleri, Hoca Nasreddin: Never Shall I Die ve Geçmişten Günümüze
Nasreddin Hoca üzerine konuştuk.
Pınar
Aka: Türk Halkının Bilmeceleri adlı kitabınızda on üç binden
fazla bilmece var. Bunlar nasıl toplandı, anlatır mısınız?
İllıan
Başgöz: Bu büyük bilmece külliyatının ilginç bir hikâyesi var. 1940'larda,
öğrencilik yıllarımda bilmece topluyordum. Paramız pulumuz yoktu o vakit.
Baskıdan artan ince kağıtlar vardı matbaalarda. Onlardan kestiriyor, her
bilmeceyi bir fişe yazıp tasnif ediyordum. Zamanla bunlar çoğaldı. Bir
öğretmen arkadaşım, Şükrü Elçin, öğrencilerden derlediği bilmeceleri de
bana verdi. 1950'de Tokat'a tayin edildiğimde bilmeceleri koyduğum kutuyu
da alıp götürdüm. Orada kaldığım iki sene boyunca öğrencilerim de bilmece
derlediler. İşten ayrılınca bilmece kutusunu yanıma alıp Sivas'a gittim.
Ancak kutuyu otobüste unutmuşum. Yılların emeği kayboldu diye çok üzüldüm.
Neyse ki otobüsün şoförü tanıdıktı. Kutuyu bir arkadaşıma vermiş. Böylece
bilmeceler kurtuldu. 1960'ta Amerika'ya giderken o kutuyu da aldım. California
Üniversitesi'nde, büyük Türkolog Profesör Andreas Tietze ve bilmece çalışmalarının
en önemli ismi Archer Taylor, Türk bilmeceleri üzerinde çalışmaya karar
vermişlerdi. Prof. Wolfram Eberhard da kendi derlediği bazı bilmeceleri
onlara iletmiş. Ben böyle büyük bir kutuyla gidince onlara katılmamı istediler.
Kabul ettim. Çalışma, üçümüzün işbirliğiyle başladı. Sonradan Archer Taylor,
Türkçe bilmediği için aynldı, Tietze ile ben devam ettik. Bilmeceleri tasnif
ettik, İngilizceye çevirdik ki bunda daha çok Tietze'nin emeği vardı. Çalışma
yıllarımızı aldı. Bittiğinde ise yayınevleri basmıyorlardı. Bu kadar büyük
bir kitabı satamayacaklarını söylüyorlardı. Sonra Tietze mali bir destek
buldu. Böylece eser, Bilmece: A Corpus of Turkish Riddles adı altında
İngilizce ve Türkçe olarak basıldı. Yıllar sonra, Türkiye'ye geldiğimde,
Kültür Bakanlığı bu kitabı basmak istedi. İki cilt olarak birinci baskısı
yapıldı. Ancak bu baskıda çalışmanın araştırma kısmı yoktu. Araştırma bölümü
üçüncü cilt olacaktı. Geçen yıl da onu bitirdim, ikinci baskıya aldılar.
Böylece
Türk Halkının Bilmeceleri'nin yayımı tamamlandı. Birinci
cilt basılırken garip bir şey oldu. Kitabın ismini "Türk Halkının Bilmeceleri"
koymuştum. Benim haberim olmadan onu Türk Bilmeceleri'ne çevirdiler.
İkinci yazar olarak Tietze'nin adını koydum. Türkçe baskıda onun bir katkısı
olmamasına rağmen, İngilizce baskısındaki katkısına saygı olarak adını
koymayı uygun bulmuştum. Ancak basarken onun adını da çıkarmışlar. İkinci
baskıda hataları düzelttik.
PA: Kitaptaki bilmecelerin genel özellikleri neler? İB:
Öncelikle, bu, dünyanın en büyük Türkçe bilmece külliyatı. Çeşitlemeleri
ile on üç bin kadar bilmece var. İkincisi, bilmeceleri tasnif edenler bazı
sistemler geliştirdiler. Bunlardan ilki, cevapların baş harflerine göre
düzenlenmişti. Sonra, Archer Taylor, masal motifleri dizinine benzeyen
bir sistem geliştirdi. Biz, bu iki sistemi de aldık. Ayrıca, bilmece metinleri
aranınca kolay bulunsun diye dörtlüklerin ya da dizelerin sonundaki harflere
göre, bir dizin daha koyduk bilmeceye. Böylece, ister cevap anahtarına
göre bakılsın, ister metne göre, bilmece kolayca bulunabiliyor. Bilgisayar
gibi bir kitap yani. Bilmeceler üstüne yapılan araştırmayı değerlendirmeyi
ise okuyuculara bırakıyorum.
|
İlhan Başgöz bazı öğrencileri ile birlikte. |
PA:
Nasreddin Hoca hakkındaki kitabınızdan da biraz bahseder misiniz?
İB:
Bundan beş yıl önce, Indiana Üniversitesi'nde çalışırken, Pertev Naili
Boratav'a bir mektup yazdım. Onun Nasreddin Hoca üzerine dört ciltlik
büyük bir çalışma hazırladığını biliyordum. Bütün yazmalardaki metinleri
bir araya getirmeyi hedefliyordu. Metinlerin benzerlerini dünya güldürü
edebiyatından bulacak ve hepsinin çeşitlemelerini verecekti. Bu proje devam
ederken, ben de bir yandan, Amerika'da popüler bir kitap yayımlamayı tasarladım.
Pertev Hoca'dan çalışmasını özetleyen bir makale yazmasını istedim. Ben
de kısa bir önsöz yazacaktım. Pertev Bey, bir makale ile seçtiği fıkraları
Türkçe olarak yolladı. Makaleleri ve fıkraları İngilizceye çevirdik. Fakat,
ben bunlarla uğraşırken, popüler bir kitaptan ziyade, kapsamlı bir çalışma
yayımlamanın daha iyi olacağını gördüm ve Nasreddin Hoca üzerinde çalışmaya
başladım. İngiltere, Fransa ve Türkiye kitaplıklarındaki Nasreddin Hoca
yazmalarını istedim. Hepsi geldi. Onları incelerken şöyle bir sonuç çıktı:
Türkiye'de ve Batı'da yapılan Nasreddin Hoca araştırmaları, araştırmacıların
beğenilerine göre seçtikleri fıkralar üzerine kurulu. Oysa 15. yüzyıldan
bugüne ulaşan çok sayıda yazma var. Bunlarda şaşılacak bir değişim görülüyor.
İlk fıkraların dili çok kaba. Bu fıkraların bir bölümü müstehcen. Bunlarda
kadınla erkeğe ailede neredeyse eşit statü tanınıyor ve daha hoşgörülü
bir din anlayışı var. Fıkralardaki anlayış farklılıklarını göstermeden
Nasreddin Hoca hikâyelerini doğru anlamaya imkân yok. Ben bu konuda bir
araştırma yaptım ve bu araştırmanın bir kısmını bundan iki yıl önce düzenlenen
Türk Folklor Kongresi'nde sundum. Konuşmayı sunarken de müstehcen bir fıkra
anlattım. Dinleyicilerden birisi "Türk kültürüne hakaret ediyor" diye bağırdı.
Böylece bütün gazetelerde müstehcen Hoca fıkralarının olup olmadığı tartışılmaya
başlandı. Türkiye'de Nasreddin Hoca üzerinde çalışanlar, bazı fıkraların
ona ait olabileceği, bazılarının da olamayacağı kanısındalar. Oysa, hangi
fıkra Hoca'nın diye anlatılıyorsa, o fıkra Hoca'nındır. Nasreddin Hoca'nın
yaşadığı dönemle fıkraların yazıya geçmesi arasında iki yüzyıl var. Hoca
fıkra yaratıcısı değil. Fıkraların Hoca'nın ağzından çıktığı söylenemez.
Herkes hoşuna giden fıkraları Hoca'ya atfediyor. Fıkraların bazılarının
nereden geldiğini tayin etmek mümkün. Meselâ, tamamen Arapça güldürüye
uyan fıkralar var. Bunlar Hoca'nın yaşadığı dönemden çok sonra eklenmiş
Hoca fıkralarına. İlk yazmada, 15. yüzyıldan kalma kırk üç fıkra var, 1926'da
yayımlanan metinlerde ise dört yüz doksan fıkra. Eğer elimizde Nasreddin
Hoca'nın kendisinin yazdığı bir yazma olsaydı, biz yine de bu fıkraların
ona ait olduğunu söyleyemezdik. Böylece Hoca fıkralarının Nasreddin Hoca
tarafından yaratıldığını ya da onun gerçek kişiliğini yansıttığını öne
sürmek yanlış olur. Ama fıkralarda anlatılan bir Hoca tipi mevcut. Bu tip,
bir güldürü tipidir ve çeşitli yanları vardır. Bazen aptal, bazen çok kurnaz,
bazen hırsız, bazen dehşetli dürüst, bazen saldırgan. Bir fıkra kahramanı
olarak Nasreddin Hoca bunların bütünü. Bir yanıyla köylü, bir yanıyla aydın,
medreseli. Hoca, köylülükten kentliliğe geçiş devrinde her iki kültürün
de komik ve tutulacak taraflarını gayet iyi tanıyan birisi. Her iki kültürü
tanıdığı için, onlara yaklaşımı eleştirel de olsa güldürücü olduğu için,
iki kültür de yadsımıyor onu. Çünkü Hoca gülerek iğneliyor. Hoca'nın tek
bir hikâyesi yok ki insan karakterini, sosyal kurumları, sultanları, vezirleri
ya da sıradan insanları iğnelemesin.
Pınar Aka Türk Edebiyatı Bölümü Yüksek
Lisans Öğrencisi
|