Beyaz kağıtla aşk ilişkisine
girerim...
Pınar Aka: Sizin için
"bakmak" çok önemli. Bakmakla şiir arasında, sizce nasıl bir ilişki var?
İlhan Berk: Yazmak benim
üzerimde korkunç bir baskı yapıyor. Baktığım bir şeyi yazmak isterim. Bakmak,
yazmaya başlamamı sağlıyor. Etrafımdaki nesnelerle ilişkiye girebilir miyim
diye düşünürüm. Yazmak istediğim nesneler konusunda inceleme yaparım.
Ansiklopedileri karıştırır, bulabildiğim yazıları, fotoğrafları değerlendiririm.
Eğer bu incelemelerden bir iki mısra çıkarırsam, o zaman, bu nesneleri
yazabileceğime inanırım. Bakmak bana bu noktada yardım ediyor. Bakarak,
nesnelerle ilişki kuruyorum. Beni ilgilendirip ilgilendirmediklerini anlıyorum.
İlgilendiriyorlarsa, yazıyorum.
PA: Enver Ercan’ın sizinle
ilgili yazdığı bir yazıda şöyle deniyor: "Avluya Düşen Gölge’de
yine dünyaya bakıyor İlhan Berk: Otlara, suya, evlere, kayalara, kadınlara,
gökyüzüne ve elbette ölüme...". Ölüme bakmak sizce ne anlama geliyor?
İB: Ben ölüm üzerine hemen
hemen hiç yazmadım. Ölüm sözlüğüme girmedi diyordum. Girmediğini sanıyordum,
halbuki girmiş. Birçok konuşmalarda söylediğim gibi, ölüm benim hayatıma
girmedi. Uzak bir eşya gibi bakıyorum ona. Hatta şimdiki halde, bir sözcükten
öte bir şey değil benim için. Ama ölüm üzerine bir deneme yazmak istiyorum.
Ayrıca bazı yazılarımı toplamak da istiyorum.
PA: "Kâğıt benim için
çok önemlidir, özellikle beyaz ürkütür beni" diyorsunuz. Neden?
İB: Ben, doğrusu, güzel bir
insana, bir kadına, bir kıza mektup yazdığım zaman "Bugün hava güzeldir"
diyemem. O insana baktığım zaman, onu tanıdığım zaman, hatta tanımasam
da, dikkat ettim, beyaz kâğıtla hemen aşk ilişkisine girerim. Beyaz kâğıt
böyle bir duygu. Yani oraya, "Güzel bir yerde oturuyorum" ya da "Sıkılıyorum"
diye bir cümle yazamam da, daha çok, gizil birtakım ilişkilere girmek isterim;
beni oralara iter.
PA: "Usu kullanmıyorum",
diyorsunuz. Sanırım bu şiir yazarken de geçerli sizin için.
İB: Usla yazılan şiir, en
kötü şiirdir. Yaratı öyle bir şey. Hele şiirde usa hiç yer yok. Resimde
olabilir. Bilinçaltının zenginliğini kullanmak lazım. İyi sanat orada gelişiyor.
PA: "Her kitap şairin cesedidir"
diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
İB: Her şiir, şairin cesedidir
de diyebiliriz. Her şiirde şair, büyük bir dünyanın içine giriyor. Oradan
bir şeyler toparlıyor. Ve o, yarım olarak değil, bütün olarak topluyor.
Her şiir böyle büyük bir bütünlük, büyük bir maceranın sonucu olarak doğuyor.
Koskoca bir dünya var orada. Bir ağaç büyütüyorsunuz. O ağaç yazıldığı
zaman, şiir halinde ölmüş oluyor. Ve o, artık sizden çıktığı için, ayrı
bir gözle bakıyorsunuz ona. Bir ceset gibi bakıyorsunuz, çünkü sizde doğmuş
ve ölmüş.
PA: Logos’ ta şöyle
yazıyorsunuz: "Dilin doğasında sözün egemenliğine karşı gelen bir
dil vardır. Dili bu sınırda yakalamak; oradan bakmak; o sınırda yazmak".
Bu sözünüzü biraz açar mısınız?
İB: Tabii en önemli şey bu.
Sanırım Avluya Düşen Gölge’de vardı. Şiirde söz, doğal olarak usu
getiriyor. Us tarta tarta geliyor. Ben şiiri bir nevi sözün ölümü olarak
kabul ediyorum. Yani söz varsa şiirde, o şiir, akılla yazılmış oluyor.
O kitapta, sözün zehir olduğunu söylüyorum. İyi bir şiirde sözün silindiğini,
yittiğini görürüz.
PA: Nesnelere karşı büyük
bir tutkunuz var. Bu tutku sizce nereden kaynaklanıyor?
İB: Dünyaya çok bakan bir
adamım. Etrafımdaki nesnelerle ilgilenmeye başlıyor, onlarla ilişkiye giriyorum.
Mesela kâğıtlar beni çok ilgilendirir. Özellikle kaba kâğıtları çok
severim. Zaten dünya, şeylerden oluşuyor. Şeyleri kaldırın, dünya
yok. Onlarla büyük bir arkadaşlık var aramda. Canlılarla ilgilenmiyor değilim
ama, nesneler benim için çok önemli. Belki sessizliklerini seviyorum. Konuşamamaları
beni rahatsız ediyor belki. Onları konuşan, canlı varlıklar gibi görüyorum
ve onları, yaratıp bırakmak istiyorum.
PA: Diğer bir tutkunuz da
kentler. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
İB: Modern şiirin büyük konusudur
kentler. Bütün önemli çağdaş şairler, kenti yazmışlardır. Benim büyük şiirim
tabii İstanbul'da kuruldu. Bir şair kentidir orası. Şairlerin tükenmeyecek
bir kentidir. Ben baştan beri kentlere, büyük bir yer ayırdım. Beni çok
etkiliyorlar. Sadece yaşadığım yer olarak değil, varlık olarak kentin bende
büyük etkisi var.
PA: "Dünyanın en açık şiirini
yazıyoruz,'en kapalı yaşamayı uygun görüyoruz ona" diyorsunuz. Bu sözünüzü
biraz açar mısınız?
İB: Kapalılıkla, modern Türk
şiirinin anlaşılmadığını anlatmak istiyorum. Ben, açık seçik yazdığımızı
sanıyorum ama kapalı bulunuyor. Ve bu, dayanılır bir şey değil. Sanırım
bu, şairlerin şanssızlığı. Yoksa kapalı yazmak diye bir derdim yok. Yazdığım
şiiri açık görüyorum. Kapalı görsem, yazmam sanıyorum.
PA: “Genç şairleri
fazla uslu buluyor, dille oynamaktan korktuklarını" söylüyorsunuz.
Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
İB: Şiir acemiliklerle başlamalı.
Ustalık, genç şairin işi değildir. İyi bir şairin şiiri, daha ilk mısrada
belli olur. O şiir, daha yeni konuşmaya başlamış bir çocuğa benzer. Genç
şairlerdeki bu terbiyeli konuşma, benim anladığım bir şey değil. Daha rahat
olmaları lazım. Ustalık gözüksün istiyorlar. Kendi duygularına yönelmeleri
lazım. Şiirlerini, sağdan soldan aldıkları şeylerle büyütmek istiyorlar.
Bence bu yanlış.
Pınar Aka
Türk Edebiyatı Bölümü
Yüksek Lisans Öğrencisi
* Bu özel söyleşi, 2 Aralık 1999
Perşembe günü, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü ve Türk Edebiyatı
Merkezi tarafından düzenlenen "İlhan Berk ile Bir Akşam Vakti" başlıklı
toplantıdan sonra gerçekleştirilmiştir. |