İLHAN BERK İLE SÖYLEŞİ*
Sayı 2: Kış 2000
Beyaz kağıtla aşk ilişkisine girerim...

Pınar Aka:  Sizin için "bakmak" çok önemli. Bakmakla şiir arasında, sizce nasıl bir ilişki var?
İlhan Berk: Yazmak benim üzerimde korkunç bir baskı yapıyor. Baktığım bir şeyi yazmak isterim. Bakmak, yazmaya başlamamı sağlıyor. Etrafımdaki nesnelerle ilişkiye girebilir miyim diye düşünürüm. Yazmak istediğim nesneler  konusunda inceleme yaparım. Ansiklopedileri  karıştırır, bulabildiğim yazıları, fotoğrafları değerlendiririm. Eğer bu incelemelerden bir iki mısra çıkarırsam, o zaman, bu nesneleri yazabileceğime inanırım. Bakmak bana bu noktada yardım ediyor. Bakarak, nesnelerle ilişki kuruyorum. Beni ilgilendirip ilgilendirmediklerini anlıyorum. İlgilendiriyorlarsa, yazıyorum.
PA: Enver Ercan’ın sizinle ilgili yazdığı bir yazıda şöyle deniyor: "Avluya Düşen Gölge’de yine dünyaya bakıyor İlhan Berk: Otlara, suya, evlere, kayalara, kadınlara, gökyüzüne ve elbette ölüme...". Ölüme bakmak sizce ne anlama geliyor?
İB: Ben ölüm üzerine hemen hemen hiç yazmadım. Ölüm sözlüğüme girmedi diyordum. Girmediğini sanıyordum,  halbuki girmiş. Birçok  konuşmalarda söylediğim gibi, ölüm benim hayatıma girmedi. Uzak bir eşya gibi bakıyorum ona. Hatta şimdiki halde, bir sözcükten öte bir şey değil benim için. Ama ölüm üzerine bir deneme yazmak istiyorum. Ayrıca bazı yazılarımı toplamak da istiyorum.
PA:  "Kâğıt benim için çok önemlidir, özellikle beyaz ürkütür beni" diyorsunuz. Neden?
İB: Ben, doğrusu, güzel bir insana, bir kadına, bir kıza mektup yazdığım zaman "Bugün hava güzeldir" diyemem. O insana baktığım zaman, onu tanıdığım zaman, hatta tanımasam da, dikkat ettim, beyaz kâğıtla hemen aşk ilişkisine girerim. Beyaz kâğıt böyle bir duygu. Yani oraya, "Güzel bir yerde oturuyorum" ya da "Sıkılıyorum" diye bir cümle yazamam da, daha çok, gizil birtakım ilişkilere girmek isterim; beni oralara iter.
PA: "Usu kullanmıyorum", diyorsunuz. Sanırım bu şiir yazarken de geçerli sizin için.
İB: Usla yazılan şiir, en kötü şiirdir. Yaratı öyle bir şey. Hele şiirde usa hiç yer yok. Resimde olabilir. Bilinçaltının zenginliğini kullanmak lazım. İyi sanat orada gelişiyor.
PA: "Her kitap şairin cesedidir" diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
İB: Her şiir, şairin cesedidir de diyebiliriz. Her şiirde şair, büyük bir dünyanın içine giriyor. Oradan bir şeyler toparlıyor. Ve o, yarım olarak değil, bütün olarak topluyor. Her şiir böyle büyük bir bütünlük, büyük bir maceranın sonucu olarak doğuyor. Koskoca bir dünya var orada. Bir ağaç büyütüyorsunuz. O ağaç yazıldığı zaman, şiir halinde ölmüş oluyor. Ve o, artık sizden çıktığı için, ayrı bir gözle bakıyorsunuz ona. Bir ceset gibi bakıyorsunuz, çünkü sizde doğmuş  ve ölmüş. 
PA: Logos’ ta şöyle yazıyorsunuz:  "Dilin doğasında sözün egemenliğine karşı gelen bir dil vardır. Dili bu sınırda yakalamak; oradan bakmak; o sınırda yazmak". Bu sözünüzü biraz açar mısınız?
İB: Tabii en önemli şey bu. Sanırım Avluya Düşen Gölge’de vardı. Şiirde söz, doğal olarak usu getiriyor. Us tarta tarta geliyor. Ben şiiri bir nevi sözün ölümü olarak kabul ediyorum. Yani söz varsa şiirde, o şiir, akılla yazılmış oluyor. O kitapta, sözün zehir olduğunu söylüyorum. İyi bir şiirde sözün silindiğini, yittiğini görürüz.
PA: Nesnelere karşı büyük bir tutkunuz var. Bu tutku sizce nereden kaynaklanıyor?
İB: Dünyaya çok bakan bir adamım. Etrafımdaki nesnelerle ilgilenmeye başlıyor, onlarla ilişkiye giriyorum. Mesela  kâğıtlar beni çok ilgilendirir. Özellikle kaba kâğıtları çok severim. Zaten dünya, şeylerden oluşuyor. Şeyleri kaldırın,  dünya  yok. Onlarla büyük bir arkadaşlık var aramda. Canlılarla ilgilenmiyor değilim ama, nesneler benim için çok önemli. Belki sessizliklerini seviyorum. Konuşamamaları beni rahatsız ediyor belki. Onları konuşan, canlı varlıklar gibi görüyorum ve onları, yaratıp bırakmak istiyorum.
PA: Diğer bir tutkunuz da kentler. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
İB: Modern şiirin büyük konusudur kentler. Bütün önemli çağdaş şairler, kenti yazmışlardır. Benim büyük şiirim tabii İstanbul'da kuruldu. Bir şair kentidir orası. Şairlerin tükenmeyecek bir kentidir. Ben baştan beri kentlere, büyük bir yer ayırdım. Beni çok etkiliyorlar. Sadece yaşadığım yer olarak değil, varlık olarak kentin bende büyük etkisi var.
PA: "Dünyanın en açık şiirini yazıyoruz,'en kapalı yaşamayı uygun görüyoruz ona" diyorsunuz. Bu sözünüzü biraz açar mısınız?
İB: Kapalılıkla, modern Türk şiirinin anlaşılmadığını anlatmak  istiyorum. Ben, açık seçik yazdığımızı sanıyorum ama kapalı bulunuyor. Ve bu, dayanılır bir şey değil. Sanırım bu, şairlerin şanssızlığı. Yoksa kapalı yazmak diye bir derdim yok. Yazdığım şiiri açık görüyorum. Kapalı görsem, yazmam sanıyorum. 
PA: “Genç  şairleri  fazla  uslu  buluyor,  dille oynamaktan korktuklarını" söylüyorsunuz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
İB: Şiir acemiliklerle başlamalı. Ustalık, genç şairin işi değildir. İyi bir şairin şiiri, daha ilk mısrada belli olur. O şiir, daha yeni konuşmaya başlamış bir çocuğa benzer. Genç şairlerdeki bu terbiyeli konuşma, benim anladığım bir şey değil. Daha rahat olmaları lazım. Ustalık gözüksün  istiyorlar. Kendi duygularına yönelmeleri lazım. Şiirlerini, sağdan soldan aldıkları şeylerle büyütmek istiyorlar. Bence bu yanlış.

Pınar Aka
Türk Edebiyatı Bölümü
Yüksek Lisans Öğrencisi

* Bu özel söyleşi, 2 Aralık 1999 Perşembe günü, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü ve Türk Edebiyatı Merkezi tarafından düzenlenen "İlhan Berk ile Bir Akşam Vakti" başlıklı toplantıdan sonra gerçekleştirilmiştir.